7 Mart 2021


EZ KURDÎ NIZANIM!


‘Sömürgecinin sizlerde yarattığı en büyük yıkım zamanla kendinize onların gözüyle bakmanızı sağlamalarıdır.’

                                                                                                                                                      F. Fanon

 

Orada artık senin gözün ve bakışın yoktur.  Aynada gördüğün şey senin yüzün, sana bakan göz ise işgalcinin gözüdür. Kendi dilinle konuşman bile kar etmez; lakin ‘anadilim’ dediğin şey bile sömürgecinin zihinsel kodlarından damıtılmış ‘annenin olmayan’ dilidir. Bu sarmal dram, sömürgecinin bütün zihinsel kodlarını kendi içinde yapısöküme uğratıp kendinle ilgili tanımlarda sadece kendini refere ettiğin o büyük an’a kadar sürer. İşte bu an, tam da ‘ilk kurşun’u sömürgecinin göğsüne değil, sömürgecinin sende çürüttüğü ‘senin olmayan benliğine ’sıktığın eşikte ortaya çıkan bir parıltıdır!

Amed'de yaşlı bir amcanın 'Kurd xayin in' lafı ile bir Türk faşistinin 'Hain Kürtler' lafı aynı zihinsel referansın iki ayrı çıktısıdır. Bu söylemi yaratan duygu dünyaları ne kadar birbirinden farklı olsa bile söyleten kod ‘sömürgecinin’ kodudur. Çünkü en nihayetinde Kürtlük ile hainlik özdeş kılınmıştır!

Alabildiğince üzerinde emanet duran ve sana bizzat zorla öğretenlerin yer yer ‘mizahına ana malzeme olan kırık Türkçende inat edişin Fanon’un bahsettiği beyaz tarafından kışkırtılmış siyahi kompleksin sana sinsice sırıtmasıdır. 'Diya min Kurd e lê ez ne Kurd im' (Annem Kürt ama ben değilim) cümlesinin tek müsebbibi olarak altı yaşından itibaren bilinçaltına kazınmış 'Andımız'ı ve ilkokulda ezberletilmiş şanlı tarih kitaplarını göstermen de seni kurtarmaz artık. 'Bajarî Tirkî, gundî Kurmancî diaxifin' (Şehirliler Türkçe köylüler ise Kürtçe konuşur) kabulünün yerine ‘Kurdî têra zimanê zanistê nake’ (Kürtçe bilim dili için yetersizdir) kabulünü ikame etmişsindir. Mardin Çarsısında devlet erkânıyla dükkânında otururken dükkâna giren ve Kürtçe konuşan bir başka Kürde burun kıvıran, hatta aynı dili konuşmanın utancıyla efendisinin yanında mahcup düşen bir esnafın Kürtlüğüne dair duygu dünyasını kurcalamadan meseleyi sadece ‘anadilde eğitim’ bağlamına hapsetmek seni fena bir tuzağa çekmiştir. Bütün bu eşitsizliğin, yaratılan ‘yetmezlik’ duygusunun sosyolojik karşılığı Erciş’te yaşlı bir amcanın 'Tirkî zimanê efendiya ye' (Türkçe efendilerin dilidir) cümlesinde vücuda gelmiştir.

Bu bağlamda Kürt enteljansiyasının Kürtçe ile ilişkilenme tarzının trajik tarihini Kürt modernleşmesi ile Kürt Gelenekselliği arasındaki yüzlerce yıllık geçişlilik, çatışma, karşılıklı etkilenme bağı üzerinden kurmanın zorunluğu kendini göstermektedir. Osmanlı’nın son döneminden bu güne kadar Kürt aydınlarının kullandığı tarihsellik, vatan, dil, kültür, kurtuluş, devrim ve modernlik söyleminin içinden Kürtlük ve Kürdistan’ı çıkardığınızda geriye kalan şey, ya İttihatçılıktan ya da İslamcılıktan fazlasıyla etkilenmiş çağrı manzumeleridir.  Özetle İslamcı sağ ile aydınlanmacı solun tedrisatından geçmiş Kürt aydınlarının Kürtçe derdi kurtuluş mitinin içinde çoğunlukla ‘ikincil’ kalmıştır. DDKO’nun mahkeme savunmalarında ‘Devlet, Doğu illerine okul açmadığı için insanlar mecburen çocuklarını medreselerde gerici bir eğitime göndermeye mecbur kalıyor’ demesinden 1990’lı yıllarda binlerce Kürt yurtseverini katletmiş bir siyasal geleneğin ‘Kürtçe Eğitim Dili Olsun’ dediği günlere gelmiş bulunmaktayız. Kürtlüğünü sonradan keşfetmiş olmanın o sarsıcı romantizmiyle oto oryantalizmin her türlü tuzağına düşen, kökleri dışarıda bir kök arayışı, tarihsel belleğin inşası adı altında şekillenen bir ‘geçmiş fetişizmi ve arşiv tapınıcılığı’ Kürtçeyi otantik dünyanın balkonunda konuşulan sevimli bir dil olarak kodlayan bir ‘entelektüel panayırın’ tam ortasına düşmüş bulunmaktayız. Ama bu panayırın yarattığı belki de en büyük olumsallık, Kürtçenin artık Kürdün ertelenemez asli bir sorunu olduğu gerçeğidir. Birileri Kürdün asli dilinin yerine egemenin sınırlarını belirlediği resmi bir dili dolaşıma sokarken, diğeri Kürdün tarihsel direniş geleneğinden süzülüp gelmiş bir Kürtçeye ağdalar çekerek, pastörize ederek, senfonikleştirirken bunu literatüre ‘politik kaygı taşımayan sanatsal zarafet ‘ olarak sunmaktadır. Kendini Kürtlük dünyasının kıyısına çekerek kibrini ‘sürünün içinde benekli koyunum’ alegorisiyle maskeleyenlerin,  bilinçaltındaki ülkesinin Kürdistan, dilindeki ülkesinin bölge olmasının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur artık! Böylesi bir tutumun Vizontele filminde film boyunca Kürt devrimcilerine bir tek Kürtçe cümle kurdurmayan Yılmaz Erdoğan ürkekliğinden ve kurnazlığından hiçbir farkı yoktur!

Kürtlerin bin yıllara dayanan sosyolojik ve tarihsel gerçekliğini doğru yerden okuyabilen bir insan ancak Kürtlerin dil ve kültür noktasındaki direncini ve inadını doğru yerden okuyabilir. Kürtleri bu gün kimlikçilik siyaseti üzerinden eleştiren bir solcunun (?) Ankara’nın göbeğinde Kürtçe şarkı okuduğu için bıçaklanıp öldürülmüş bir Kürdün cesedine bakıp ‘ayyy bunlar ne istiyorlar?’ diyen bir ortalama milliyetçiden hiçbir farkı yoktur! Benim bütün varoluşuma şekil veren anadilim konusundaki inadımı egemen olmanın bütün ayrıcalıklarını yaşayan bir beyaza anlatmak için Nasrettin Hoca’nın damdan düşerken ‘bana doktor değil damdan düşen birini getirin’ şeklinde söyleme şansım olmadığına göre üzgünüm! Anadilde eğitimin olup olmaması gibi bir tartışmayı bile yürütmek meseleyi bu kadar geri bir yerden almak iken bu kadar insani bir talebi kimlikçilik eksenine hapsetmenin bariz karşılığı kitabi bir gevezeliktir, sol kibirdir ve küçük burjuva konformizminden beslenen kasabalı lümpenliğidir. İzmirli beyaz bir yazarın Kürt ve Türk gençlerinin sevgili olması gerektiği şeklindeki beyanatıyla Rize Belediye başkanının Kürt kadınlarının Türk erkekleri tarafından kuma olarak alınması gerektiği ile ‘hep kardeş olacak değiliz ya yaşasın halkların sevgililiği’ diyen Hakkârili bir şovmenin bize öğrettiği tek bir şey vardır. Kürtlerin anadil sorunu başta olmak üzere Kürt sorunu bil cümle soytarıya gündem malzemesi yapılmayacak kadar ciddi bir sorundur!

Modern iktidarın dilin dünyaya ait gerçekliğini kurma ve anlam dünyasına şekil verme gücünü büyük oranda yok ettiğini, dil ve anlam arasındaki parçalanmanın sözü öldürdüğünü, mitolojinin dil üzerindeki karanlık gölgesinin aklın dil üzerindeki karanlık gölgesine dönüştüğünden hatta dilin artık hiçbir şeyi anlatamayan bir sayıklamaya dönüştüğünü kabul etsem bile tek bir şey isterim: Tüm bunları kendi dilimle yazıp okumak! Batı dünyası istediği kadar dilin ölümünü ilan etsin; dil bu topraklarda hala canlıdır; güçlü bir praksis ile birlikte büyüdüğünde dönüştürme gücünden ve kudretinden hiç bir şey kaybetmemiştir. Dil hala devrimcidir; bu dilin sahipleri Sultan Sencer’den Kemalist devrime kadar Kurdistan denilen ülkelerine Kurdistan dedikleri için bugün cezaevlerindedir. İlkokulda ‘Tu Kurdî dizanî’ diye soran öğretmene, çocuğun ‘Na ez Kurdî nizanim’ dediği andaki zihinsel yarılmayı ve duygu parçalanmasını anlayamayanlar bir zahmet öteye gitsin!