4 Haziran 2012


ÜÇ MEVSİMDE DÖRT GÖÇ & SÊ DEMSAL ÇAR KOÇBERΠ


Not: Bu bir Kızılderili öyküsü değildir!


"Ermenî û pez, Kurd û rez bihevnakevin"
(Ermeni ile koyun, Kürt ile bağ-bahçe bağdaşmaz)

Lêwîn platosundan Kato ya da Çiyareşk doruklarına bir günde çıkan bir kadının üç bin metrede söylediği heyranok makamında öyle bir iniş çıkış vardır ki "heyran jaro'' diye asıldığı makamın nerede nasıl bir iniş ya da çıkış yapacağını asla kimse kestiremez. Müziğin tonalitesi ait olduğu kavmin coğrafyasından ve karakterinden beslenerek serpişir, büyür ve Behdînan'dan Serhad'a kadar uzanan bir dengbêjin kilamına takılır kalır.

Özgür aşiret toplulukları şeklinde yaşayan bu kadim kavmin müziğinde iktidar yoktur; yalındır; liriktir. En önemlisi Kürt müziğinin o ani ve sert iniş çıkışlarla dolu olması, diğer kavimlerin belli bir kalıp üzerinden ilerleyen müzikal totalliğine meydan okur. Zerzan, buna tonalitenin faşizmi der. Botan yöresinde herhangi bir payîzok dinleyen birinin Kürtler ile Kızılderililer akraba mı sorusunu sorması gayet normaldir. Çünkü doğa, aşk, kadın ve doğanın ritmi iç içe geçmiştir: Keremê Kor'un her kilamın arkasına serpiştirdiği o muhteşem replikler doğanın sesidir. Ya da Kawis Axa'nın bazen sesini keman inceliğine çekmesi Çemê Çetelê'den emanet alınmış bir doğal repliktir.

Kürdün kırılganlığı, alınganlığı, kendine karşı olan inadı ve yalnızlığı kederli tarihi kadar coğrafyasından miras kalmıştır. Ani öfke patlamalarını, inadını, hayattaki tek varlığı olan katırının inatlaşmasına inat onu vurarak öldürmesini ve başında oturup hüngür hüngür ağlamasını başka ne izah edebilir ki. Ya da deliler gibi sevdiği bir kadının çadırın önünde yüzüne bakmamasını ömür boyu bir ayrılık gerekçesi yapmasının ve o kadının ardından ömür boyu yas tutmasının başka nasıl bir izahı olabilir ki. Bu naif ve değişken karakter Kürdün başını nicedir çok ağrıtmaktadır. Bu ağrı, tarihsel bir pişmanlığın ve çaresizliğin izdüşümü gibidir. 

Yaylalar Kürtlerin yüksek yurdudur. Zoma-zozan-war-wargeh şeklinde tanımlanan yüzlerce yaylanın içinde Laleşîn, Faraşîn, Şerefdîn, Eledax, Elegez yaylaları Kürt dengbêj müziğinin her tarafına serpişmiştir. Örneğin Şakiro'nun belli bir ritimle ilerlerken birden ritmi inanılmaz bir iniş ya da çıkışla darmadağın etmesi ve belli bir tonaliteyi ret etmesi Bazîd ovasından Eledax yaylasına çıkan bir bêrîvanın ya da bir tirpankêşin dağ ile ova arasındaki uçurumi duygusundan çıkmadır. Dengbêj müziği anti-otoriterdir. Kürtlerin ince bir edebi ustalıkla ve harikulade bir hafızayla yarattıkları bu müzik türünün uzunluğundan yabancılar inanılmaz derecede sıkılırlar. Bir parmağı kulağında ve avucu yanağındayken ovaya karşı şarkı söyleyen birinin dünya umurunda değildir. Doğayla bütünlük halindedir. Kendini doğanın ve kendi iç doğasının akışına bırakmıştır. Anti-otoriterliği buradan gelmektedir bu müziğin; piyasa yoktur; beğendirme kaygısı yoktur! Bir göç yolunu saatlerce süren bir anlatımla ortaya koyar. Mahsun Kırmızıgül gibi her bir karesinden binlerce roman çıkarılabilecek Kürdi bir trajediyi bir filmde verme aceleciği, piyasacılığı ve kurnazlığı yoktur. Çünkü nicedir kürdün lügatında Yankilerin verdiği parayla Kızılderili şarkısı söylemek ve onları eğlendirmek omurgasızın soytarılığı olarak geçer.

''O kadar çok göç ederdik ki hiçbir ölümüze tabut bile hazırlayamazdık! İşe, aşa ve doğaya ihtiyacımız vardı! Yaylalarda ölen hiçbir yaşlının tabutu yoktur. Bir gün köylerimiz yakılıp boşaltıldı; kalan köylere de yaylalara çıkış yasağı geldi! O yaylalarda genç çocuklarımızın yüzlerce tabutsuz mezarı olduğunu öğrendik sonraları… Doğanın büyük bir cömertlikle bize sunduğu o otlaklar bizden sonra daha da gürleşti, o pınarlar hala akmakta fakat kocaman kazanlarda kaynayan sütümüzü burnumuzdan getirdiler. Önceleri köyde herkes şarkı söylerdi. Şimdi, şehirde yaşlılarımızın dışında herkes o şarkıları unuttu...''
                                                                     (Eliyê Qaso / Colemêrg-2009)

Botan ve Behdînan'da üç mevsimde dört defa göç yollarına düşülürdü. Birinci göçte, zozan, ilkbaharın sonuna doğru köye yakın bir yere kurulur; doğanın cömertçe sunduğu bereketli otlaklardan beslenen binlerce hayvanın sütünden peynirler yapılırdı. Yaza doğru ikinci zozan biraz daha yüksek bir platoya yada karlı kaplı dağların doruklarına kurulurdu. Burada berxbir denilen kuzu kırpma şenlikleri düzenlenirdi. Yün yapağı ve tereyağı üretimi yapılırdı. En son göç yani sonuncusu ise havaların soğumasıyla birlikte köye yakın mezralara yada vadi yataklarına yapılırdı. Teremast denilen kış yoğurdu bu zozanlarda yapılırdı. Koçlar burada dövüştürüldü. Havalar iyice serinlediğinde tekrar köye dönülürdü. Kürdi müziğin ritmi ve akışı bu göçlerin akışına göre şekil aldı yüzyıllarca.

Üç ahşap sütunun üzerine oturtulmuş, keçi kılından yapılmış simsiyah kıl çadır altında sütunun birinde Bruno marka (birno) tüfek, ikinci sütunda güneyden yirmi koyun karşılığı alınmış transistörlü bir radyo ve üçüncü sütunun üzerinde Şahmeran işlemesi olan patiska çantanın içinde bir Kuran olan o çadırda öyküler, şiirler, anılar anlatılırdı geceler boyu.O sütunlardan birine asılmış olan o radyodan yükselen "gelî guhdarên ezîz" diye başlayan Êrîvan ve Bağdat radyolarının kısa süren yayınlarının hemen  ardında kurulan dengbêj divanlarında çadırın arkasına saklanıp söylenen şarkıları dinleyen kadınların görüntüsü hala hafızamda tap tazedir. Tereyağı ve yoğurt yapılırken, deri tulumlar (pîst-hinban-meşk) bir bir temizlenirken kadınların söylediği şarkılar kadın ve doğa arasındaki ilişkiyi en çıplak haliyle verirdi...

Dağ, ova, nehir, eriyen kar, aşk, özlem, kıl çadırlar, yasaklı sevmeler, çaresizlik, kahramanlık ve pornografik sertliğe karşı aşkla yoğrulmuş bir erotizm... Dengbêjin sesiyle irkilen ruhların köklerini nerelere saldığını özetleyen Eskerê Boyîk'in deyimiyle: Kilam hem derde hem dermane / Kilam ji evda re dîn û îmane... 

                                                                                             (Selaheddîn Biyanî)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder