Bin beş yüz yıl
önce esmer bir çöl tanrısı dilime karalar çaldı
peltekliğim
kekemeliğim
ve kürtlüğüm daha
çok oradan kalma
adını bilmediğim
bir dengbêj en azgın şarkılarıyla saldırıyor
bedeviliğine
yüreğimin
tüm şarklı
yaralarımı alıyorum avuçlarıma
sahipsiz
çıplak
ve tuz buz olmuş
kimseler neden
eşlik etmiyor acılarıma diyen bir dilencinin şaşkınlığı değil yüzümde duran şu
şey!
batılı seyyahlar
antikacılar
ve rönesançı
madrabazlar satın alıyor acıyan yerlerimi.
tanıdık kokular
getiriyor bana tarih denilen pörsümüş fahişe
tekerrür yok
diyorum
annem gibi seviyor
bu defa beni
kolları kalın,
zalim ve merhametli.
Bin beş yüz yıl
önce serseri ve yalancı hüzünler devşirdi ölü ozanlar
o kapkara dilleriyle
ne zaman yüzümü
dönsem kendine değiyor yüzüm
o an hain bir
kardeşimin kanı sıçrıyor yüzüme
-yüzümde
kürdilihicazkar sömürge çizikler-
Kasr-ı Şirin’de
saçlarımdan Dımdım kalesine asıldığımdan beri kumasıyım bütün tiranların
ve o zamandan beri
dağıldıkça birleşiyor içimde bir yerler
ama korkuyor diğer
yarısıyla birleşmekten Habil’ in yarım kalan rüyası
bin beş yüz yıldır
korkuyorum gecelerden
ve olmayan
diyalektiğini onarıyorum yurdumun
onardıkça dağılan
ben olsam da
oysa ter ve tenin
büyük buluşmaları yazıyor gecenin diyalektiğini
başkalarının
yurdunda
kıskançlığım
hainliğim
ve kürtlüğüm biraz
da oradan kalma
bin beş yüz yıldır
yaşam ölülerin cennetidir diyor yaşlı annem
Öbür tarafta usta
bir cellat gibi insanlık tarihi
Şehvetle konuşur
boyuna: sıradaki…
30 Haziran 2004
İstanbul
İstanbul
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder