EZ
KURDÎ NIZANIM!
‘Sömürgecinin
sizlerde yarattığı en büyük yıkım zamanla kendinize onların gözüyle bakmanızı
sağlamalarıdır.’
F. Fanon
Orada artık senin gözün ve
bakışın yoktur. Aynada gördüğün şey
senin yüzün, sana bakan göz ise işgalcinin gözüdür. Kendi dilinle konuşman bile
kar etmez; lakin ‘anadilim’ dediğin şey bile sömürgecinin zihinsel kodlarından
damıtılmış ‘annenin olmayan’ dilidir. Bu sarmal dram, sömürgecinin bütün
zihinsel kodlarını kendi içinde yapısöküme uğratıp kendinle ilgili tanımlarda
sadece kendini refere ettiğin o büyük an’a kadar sürer. İşte bu an, tam da ‘ilk
kurşun’u sömürgecinin göğsüne değil, sömürgecinin sende çürüttüğü ‘senin
olmayan benliğine ’sıktığın eşikte ortaya çıkan bir parıltıdır!
Amed'de yaşlı bir amcanın 'Kurd
xayin in' lafı ile bir Türk faşistinin 'Hain Kürtler' lafı aynı zihinsel
referansın iki ayrı çıktısıdır. Bu söylemi yaratan duygu dünyaları ne kadar
birbirinden farklı olsa bile söyleten kod ‘sömürgecinin’ kodudur. Çünkü en
nihayetinde Kürtlük ile hainlik özdeş kılınmıştır!
Alabildiğince üzerinde emanet
duran ve sana bizzat zorla öğretenlerin yer yer ‘mizahına ana malzeme olan
kırık Türkçende inat edişin Fanon’un bahsettiği beyaz tarafından kışkırtılmış
siyahi kompleksin sana sinsice sırıtmasıdır. 'Diya min Kurd e lê ez ne Kurd im'
(Annem Kürt ama ben değilim) cümlesinin tek müsebbibi olarak altı yaşından
itibaren bilinçaltına kazınmış 'Andımız'ı ve ilkokulda ezberletilmiş şanlı
tarih kitaplarını göstermen de seni kurtarmaz artık. 'Bajarî Tirkî, gundî
Kurmancî diaxifin' (Şehirliler Türkçe köylüler ise Kürtçe konuşur) kabulünün
yerine ‘Kurdî têra zimanê zanistê nake’ (Kürtçe bilim dili için yetersizdir)
kabulünü ikame etmişsindir. Mardin Çarsısında devlet erkânıyla dükkânında
otururken dükkâna giren ve Kürtçe konuşan bir başka Kürde burun kıvıran, hatta
aynı dili konuşmanın utancıyla efendisinin yanında mahcup düşen bir esnafın
Kürtlüğüne dair duygu dünyasını kurcalamadan meseleyi sadece ‘anadilde eğitim’
bağlamına hapsetmek seni fena bir tuzağa çekmiştir. Bütün bu eşitsizliğin,
yaratılan ‘yetmezlik’ duygusunun sosyolojik karşılığı Erciş’te yaşlı bir
amcanın 'Tirkî zimanê efendiya ye' (Türkçe efendilerin dilidir) cümlesinde
vücuda gelmiştir.
Bu bağlamda Kürt
enteljansiyasının Kürtçe ile ilişkilenme tarzının trajik tarihini Kürt
modernleşmesi ile Kürt Gelenekselliği arasındaki yüzlerce yıllık geçişlilik,
çatışma, karşılıklı etkilenme bağı üzerinden kurmanın zorunluğu kendini
göstermektedir. Osmanlı’nın son döneminden bu güne kadar Kürt aydınlarının
kullandığı tarihsellik, vatan, dil, kültür, kurtuluş, devrim ve modernlik
söyleminin içinden Kürtlük ve Kürdistan’ı çıkardığınızda geriye kalan şey, ya
İttihatçılıktan ya da İslamcılıktan fazlasıyla etkilenmiş çağrı
manzumeleridir. Özetle İslamcı sağ ile
aydınlanmacı solun tedrisatından geçmiş Kürt aydınlarının Kürtçe derdi kurtuluş
mitinin içinde çoğunlukla ‘ikincil’ kalmıştır. DDKO’nun mahkeme savunmalarında
‘Devlet, Doğu illerine okul açmadığı için insanlar mecburen çocuklarını
medreselerde gerici bir eğitime göndermeye mecbur kalıyor’ demesinden 1990’lı
yıllarda binlerce Kürt yurtseverini katletmiş bir siyasal geleneğin ‘Kürtçe
Eğitim Dili Olsun’ dediği günlere gelmiş bulunmaktayız. Kürtlüğünü sonradan
keşfetmiş olmanın o sarsıcı romantizmiyle oto oryantalizmin her türlü tuzağına
düşen, kökleri dışarıda bir kök arayışı, tarihsel belleğin inşası adı altında
şekillenen bir ‘geçmiş fetişizmi ve arşiv tapınıcılığı’ Kürtçeyi otantik
dünyanın balkonunda konuşulan sevimli bir dil olarak kodlayan bir ‘entelektüel
panayırın’ tam ortasına düşmüş bulunmaktayız. Ama bu panayırın yarattığı belki
de en büyük olumsallık, Kürtçenin artık Kürdün ertelenemez asli bir sorunu
olduğu gerçeğidir. Birileri Kürdün asli dilinin yerine egemenin sınırlarını
belirlediği resmi bir dili dolaşıma sokarken, diğeri Kürdün tarihsel direniş
geleneğinden süzülüp gelmiş bir Kürtçeye ağdalar çekerek, pastörize ederek,
senfonikleştirirken bunu literatüre ‘politik kaygı taşımayan sanatsal zarafet ‘
olarak sunmaktadır. Kendini Kürtlük dünyasının kıyısına çekerek kibrini
‘sürünün içinde benekli koyunum’ alegorisiyle maskeleyenlerin, bilinçaltındaki ülkesinin Kürdistan, dilindeki ülkesinin
bölge olmasının hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur artık! Böylesi bir tutumun Vizontele
filminde film boyunca Kürt devrimcilerine bir tek Kürtçe cümle kurdurmayan
Yılmaz Erdoğan ürkekliğinden ve kurnazlığından hiçbir farkı yoktur!
Kürtlerin bin yıllara dayanan
sosyolojik ve tarihsel gerçekliğini doğru yerden okuyabilen bir insan ancak
Kürtlerin dil ve kültür noktasındaki direncini ve inadını doğru yerden
okuyabilir. Kürtleri bu gün kimlikçilik siyaseti üzerinden eleştiren bir
solcunun (?) Ankara’nın göbeğinde Kürtçe şarkı okuduğu için bıçaklanıp
öldürülmüş bir Kürdün cesedine bakıp ‘ayyy bunlar ne istiyorlar?’ diyen bir
ortalama milliyetçiden hiçbir farkı yoktur! Benim bütün varoluşuma şekil veren
anadilim konusundaki inadımı egemen olmanın bütün ayrıcalıklarını yaşayan bir
beyaza anlatmak için Nasrettin Hoca’nın damdan düşerken ‘bana doktor değil
damdan düşen birini getirin’ şeklinde söyleme şansım olmadığına göre üzgünüm!
Anadilde eğitimin olup olmaması gibi bir tartışmayı bile yürütmek meseleyi bu
kadar geri bir yerden almak iken bu kadar insani bir talebi kimlikçilik
eksenine hapsetmenin bariz karşılığı kitabi bir gevezeliktir, sol kibirdir ve
küçük burjuva konformizminden beslenen kasabalı lümpenliğidir. İzmirli beyaz bir
yazarın Kürt ve Türk gençlerinin sevgili olması gerektiği şeklindeki
beyanatıyla Rize Belediye başkanının Kürt kadınlarının Türk erkekleri
tarafından kuma olarak alınması gerektiği ile ‘hep kardeş olacak değiliz ya
yaşasın halkların sevgililiği’ diyen Hakkârili bir şovmenin bize öğrettiği tek
bir şey vardır. Kürtlerin anadil sorunu başta olmak üzere Kürt sorunu bil cümle
soytarıya gündem malzemesi yapılmayacak kadar ciddi bir sorundur!
Modern iktidarın dilin dünyaya
ait gerçekliğini kurma ve anlam dünyasına şekil verme gücünü büyük oranda yok
ettiğini, dil ve anlam arasındaki parçalanmanın sözü öldürdüğünü, mitolojinin
dil üzerindeki karanlık gölgesinin aklın dil üzerindeki karanlık gölgesine
dönüştüğünden hatta dilin artık hiçbir şeyi anlatamayan bir sayıklamaya
dönüştüğünü kabul etsem bile tek bir şey isterim: Tüm bunları kendi dilimle
yazıp okumak! Batı dünyası istediği kadar dilin ölümünü ilan etsin; dil bu
topraklarda hala canlıdır; güçlü bir praksis ile birlikte büyüdüğünde
dönüştürme gücünden ve kudretinden hiç bir şey kaybetmemiştir. Dil hala
devrimcidir; bu dilin sahipleri Sultan Sencer’den Kemalist devrime kadar
Kurdistan denilen ülkelerine Kurdistan dedikleri için bugün cezaevlerindedir.
İlkokulda ‘Tu Kurdî dizanî’ diye soran öğretmene, çocuğun ‘Na ez Kurdî nizanim’
dediği andaki zihinsel yarılmayı ve duygu parçalanmasını anlayamayanlar bir
zahmet öteye gitsin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder