21 Kasım 2020

 

ÇÖLLEŞTİRİLEN KÜRTLÜK DÜNYASINDA BİR VAHA: ERİVAN RADYOSU




Sovyetlerin çöküşüyle birlikte Erivan Radyosu dâhil, daralan hatta yer yer kapanan Kürt kültür kurumları karşısında Erivan’da yaşayan bir Êzidî’nin söylediği şu kısacık söz kendi içinde derin bir tarihselliği ve o dönemin sosyolojik duygusunun bir özetini teşkil eder:  Sovyetler asıl bizim üzerimize yıkıldı…

 

Erivan Radyosu ya da Kurdî dilinde Radyoya Rewanê, çölleştirilmeye çalışılan Kürtlük Dünyasının tam ortasında bir dil ve kültür vahası ya da kültürel bir kapatılma mekânına dönüştürülen Kürt kültür dünyasının faşizmden örülmüş kalın duvarlarında açılmış bir gedik gibidir. Neredeyse birçoğu kendisiyle yakın zamanlarda Kürtçe yayınlar yapmış olan Şarkû’l Edna, Bağdat, Tahran, Senendaj, Kirmanşah, Kahire, Radyoya Kurdistana Sor, Tiflis Radyolarının içinde Erivan Radyosu program içerikleri, yarattığı duygu, toplumsal etki ve geniş bir hafızalaştırma boyutuyla kategorik olarak her zaman apayrı bir yerde durmuştur.  

Radyo’dan yükselen ezgilerin toplamı Kürtler için duygular atlası gibidir. Binlerce farklı duygunun hare hare dolduğu bu atlasın en önemli yaratıcıları ise her biri bir söz ustası olan, birer kültür ve dil savaşçısı gibi yoksulluğa ve yoksunluğa rağmen inatla gırtlaklarını birer silaha dönüştürmüş olan dengbêjlerdir. Bu atlasın bir yerinde tarihsel bozgunların, göçlerin ve çaresizliklerin melankolik bir topografyası vardır, o topografyanın bir sonrası kahramanlığın, adanmışlığın, direnişin lirik bir anlatı alanı vardır. O atlasın bir sayfasında Şeroyê Biro’nun ‘sürgün ve kırılmayı’ anlatan kilamları, bir sayfa sonrasında ise Aram Tigran’ın halkı direnişe ve özgürlüğe çağıran ağırbaşlı lirizmi vardır. Kolektif hafızamızı besleyen ve kimliğe durmadan söz taşıyan dengbêjlerin yanında, radyoyu bin bir emekle ayakta tutan ve birçoğumuzun adını sanını bilmediğimiz binlerce emekçisi vardır radyonun. Radyo, bir taraftan Kürtlere birlik çağrıları yaparken bunu geniş bir tarihsel uzam ve hafıza üzerinden meşrulaştırıp yeniden üretiyor, öbür taraftan siyasallaşan bir Kürtlüğün de gramerine söz taşıyordu. Örneğin Erivan Radyosu’nu bir şekilde dinlemiş olan her Kürdün hafızasının bir yerinde dipdiri duran ve Eslîka Qadir’ın seslendirdiği şu ezgi yaratılmaya çalışılan ‘kendine ait olanı sahiplenme’ ve ‘ tarihsel meşruiyet’ ikilisinin bir çıktısı gibidir:

‘Welatê me Kurdistan e / Cî û meskenê me Kurdan e / Welat ji bo me rih û can e / Kurd hemû bira ne.’

Özellikle 1937 ve 1944 yıllarında Rusya’da yaşanan büyük Kürt Müslüman Göçü ve sayabileceğimiz birçok farklı sosyolojik parametreden dolayı Radyo dâhil Sovyetlerdeki Kürtlük araştırmaları büyük oranda Ermeni ve Êzidî’ler tarafından domine edilmiştir. Bunda Ermeni ve Êzidî halklarının tarihsel bağları ve duygudaşlıklarının yanında Êzidîliğin kültürel asimilasyondan en az etkilenmiş Kürtlük kategorilerinden biri olmasının da etkisi vardır. Ayrıca kutsal kitapları olan Kitêba Cilve û Mishefa Reş’in Kürtçe yazılmış olmasının yanında Êzidîlerin içe kapanık toplumsallıklarının asimilasyona karşı bir direnç noktası ve doğal bariyer işlevi gördüğünü söyleyebiliriz.  Radyonun başka özgün bir tarafı da Bağdat ve Tahran Radyoları Arap ve Acem enstrümanlarını yoğun biçimde kullanırken Erivan Radyosunun daha çok Kürt ve Ermenilerin kullandığı bilûr, def, zirne, duduk ve fiq enstrümanlarını  kullanmış olmasıdır. Bu enstrümanların birçoğu Êzidîlerin Laleş’teki Şêx Adiy’in türbesi ziyaretinde ilahiler ve şarkılar söylerken kullandıkları enstrümanlarla neredeyse aynıdır.

Sovyetlerin dönem dönem Kürtlük çalışmalarında ortaya koyduğu arıtma, ayrıştırma ve ideolojik törpüleme girişimlerine rağmen uyguladığı dil ve kültür politikası Sovyet Kürtlerinin folklorik ve dilsel hafızalaştırma bağlamında diğer dört parçayla niceliksel olarak kıyaslanmayacak kadar büyük bir kültürel sermaye yaratmalarını sağlamıştır. Erivan Radyosu bu bağlamda bizler için hâlâ bir başvuru kaynağı, zengin bir kültürel repertuar, işlevsel bir hafıza, hatta Kürdün kamusal alandaki en güçlü sesi olan dengbêjliğin nadide müzelerinden biri gibidir.

Althusser’ci bir diskur üzerinden ilerlediğimizde dönemin en güçlü ideolojik aygıtlarından biri olan ve kitlesel hakikatler inşa eden radyo, sosyalist yaşam kültürünün pompalandığı bir okul gibi çalışarak Sovyetik Devrimin yarattığı tarihsel ve toplumsal mucizenin bol bol halklara enjekte edildiği bir politik alana dönüştürülmüştür. 124 ayrı dilde yayın yapan Rusya’nın Sesi Radyosu’nun Kürtçe yayın için Erivan’ı seçmesinin bir başka sebebi de Erivan’ın Kürt coğrafyasına yakın olmasıdır. Merkezi yönetiminin Moskova’da olduğu radyoda yayınlanacak programların mutlaka merkezi kuruldan geçmesi gerekiyordu. 1932 yılında Haciyê Cindi, hazırlamış olduğu antoloji kitabını ve Rêya Teze Gazetesi’nin birkaç nüshasını Suriye’de yayınlanan Hawar dergisine izinsiz gönderince hapis cezasına çarptırılmıştır. Bir tarafta Kürtlüğün öbür taraftan yeni sosyalist yaşamın erdemlerinin sıralandığı radyoda,   radyonun ilk kadın dengbêji kabul edilen Sûsika Simo (1925-1977) dört parçada dört ayrı Leviathan ile boğuşan Kürtlere Sovyet sosyalizminin halklara armağan ettiği özerkliklerin o halklarda nasıl bir minnet duygusu yarattığını o muhteşem sesiyle şöyle haykırıyordu:

 ‘Dewra berê belengaz bûn

Lenîn rabû em xilas bûn

Navê Lenîn şêrîn şa bû

İlmê Marksîst bilind bû’

Bütün programlarını Kurmancî yapan radyonun bir ayırt edici özelliği de feodalizmi ve dolayısıyla geri yaşam formlarını yansıtan ağalık, mirlik ve şeyhlik gibi temaların işlendiği şiir ve kilamları uzun bir dönem yasaklanmış olmasıdır. Timûrê Xelîl ile yapılan bir söyleşide, Xelîl, sırf bu sansür yüzünden birçok dengbêjin radyoda söylemekten vazgeçtiğini söyler. Aynı şekilde ikinci dünya savaşı döneminde kahramanlık ve savaşçılık temalı şiir ve şarkıların radyodan yayınlanmasına Sovyet rejiminin ses çıkarmadığını vurgular.  Wezîrê Eşo da bir söyleşisinde radyonun en temel amaçlarından birinin de Sovyetlerin bütün Kurdistan ve Ortadoğu’ya sosyalist bir bilinç aşılamak olduğunu, hatta Irak hükümeti ile Rusya’nın arasının bu yüzden bozulduğunu aktarır. Buna dair bir başka vurucu örnek ise, İran Kürtlerini sürekli isyana çağıran yayınların Rusya’nın 1975 yılında İran ile yaptığı anlaşmadan hemen sonra birden kesilmiş olmasıdır.

1955 yılında Kürtçe yayına başlayan radyo sadece ezgiler çalan ve haberler sunan bir radyo değil, Rêya Teze Gazetesini geniş kitlelere ulaştıran bir dergi-radyo, tiyatro-radyo ve okullarda verilen Kürtçe eğitimin pratiğini yapan bir okul işlevi görmüştür. Radyo’nun yayın akışında Moskova’dan gelen ve Kürtçe’ye çevrilerek okunan politik gelişmeler aktarılırken, denbêjlik üzerine çalışan Kurdologlar radyo çalışanlarına sürekli çalınan şarkıların tarihçeleri ve içerikleriyle ilgili bilgiler veriyor ve programlar yapıyorlardı. Daha sonra bu şarkı ve programların neredeyse tümü özenle arşivleniyordu. Hatta Erebê Şemo gibi ünlü yazarların romanları bölümler halinde radyodan okunuyor, Şikoyê Hesen, Ferikê Usiv, Egîdê Şemsî, Eskerê Boyîk, Seîdê Îbo, Tosinê Reşîd, Cegerxwîn, Eminê Evdal ve Cesimê Celîl gibi çoğunluğu sol ideolojik tedrisattan geçmiş Kürt şairlerinin radyodan okunan şiirleri, Lenin’in devrimciliğinden Derwêşê Evdî’nin kahramanlığına,  kolhozlar ve yaratılan yeni sol erdemlerden Kela Dimdimê Destanına kadar uzanan geniş bir uzamda Kürdün hafızasına esaslı bir Kürtlük ve Sosyalizm nakşediliyordu.

Radyonun başka bir özgünlüğü de Ermeniler ile benzer tarihsel yazgıdan gelen ve birçoğu Serhat bölgesinden sürgün edilmiş olan Êzidîlerin dayanıştığı, duygusal özdeşlik bağlarının kurulduğu bir kültürel mekân özelliği göstermiş olmasıdır. Örneğin, Ermenilerin neredeyse en bilinen kahramanlarından biri olan Vartan kadar büyük değer atfettikleri Andranik Paşa ile Van bölgesinde etkin bir Êzidî beyi olan Cangîr Axa arasındaki dostluğu ve dayanışma çağrılarını anlatan ve Şibiliyê Çaçan tarafından söylenen kilam buna en güzel örnektir:

Andranîk Paşa Xaçmîranê xwe hilda

Paşiya mawuzerê xwe tev girê da

De go ez bextê we û xwedê da

De rabin cewabê bidin Cangîr Axa

Bêjin em ketine bextê te û xwedê da

Rabe nesikine li wî alî

Hêsîrên me man e li Kelha Wanê di bin berfê da…      


Kültürel belleğimizin kayıt dışılığına karşı o büyük folklorik, kültürel, dilsel ve politik birikimi işlevsel hafızalarımıza hediye eden ve burada isimlerini sayamayacağımız kadar geniş bir anlatı ve duygu kümelerini yaratan radyonun o müstesna emekçilerine karşı hepimizin büyük bir vefa borcu vardır. En çok da çocukluğunda radyonun bir müjde gibi kulağımıza dolan şu giriş repliğini asla unutamamış olanların: ‘Gelî guhdarên ezîz ev der Radyoya Rewanê…’

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder