27 Aralık 2011

Gramsci ve Kapitalist İmamların Hegemonyası

"Kapitalist Devletler sadece zor ve baskı ile değil fikirlerin ve kültürün hegemonyası ile iktidarlarını yeniden üretirler. Toplumsal bir rıza ve uyum hegemonyanın en güçlü aygıtları haline gelir. Böylece ezilenler kendi iyiliklerini ezenlerin iyiliğiyle özdeşleştirirler. Ezilen sınıfların karşı çıkışı bir yana, ezilen sınıflar statükonun ve mevcut durumun devamına bizzat yardımcı olurlar. Lakin hiçbir devlet sadece gece bekçisi olmayı kabul etmez." (Antonio Gramsci)

Kemalist Projelendirmenin ilk yirmi yılını çıkardığımızda toplam seksen küsur yıllık Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde siyasal bir iktidar günümüzdeki kadar kuşatıcı ve yayılmacı bir hegemonik güce dönüşmemiştir. AKP Cumhuriyeti, Kemalist Hegemonya'nın karşısında özgürlükçü bir retorik ve reform yanlısı siyasal bir vitrin yaratarak, büyük bir iştahla ve tarihsel kompleksle Osmanlı'nın İslam bayraktarlığı nostaljisine geri dönüşler yapan katmerli bir hegemonyaya yeniden dönüşmüştür. Çiçeği burnunda Genç Cumhuriyet'le birlikte Padişah-Erk-Kul ilişkisi liberal bir formla yeniden hayat bulmaya başlamış, bu durum, Gramsci'nin kültürel hegemonya kavramını yeniden düşünme zorunluluğunu yaratmıştır diyebiliriz.

Gramsci'nin Marksist literatüre önemli katkılarından biri olan hegemonya kavramını olduğu gibi alıp Türkiye gibi kesintili siyasal ve toplumsal süreçlerle boğuşmuş, eklektik, arada sıkışmış ve bir türlü kalıp tutamamış bir ülkeye indirgemek kendi içinde kaba indirgemecilik ve oryantalizm riskini barındırır. Fakat İtalyan faşizmi döneminde sol teoriye önemli bir katkı olarak sunulmuş olan ve bütün bir Avrupa kapitalist uygarlığına uyarlanabilecek olan hegemonya kavramının günümüz Türkiye'sinin siyasal iktidar pratiği ile benzer parametreler barındırdığını rahatlıkla söyleyebiliriz.

İtalyan savcıları, kendilerine gelen talimatta "bu beyni en az yirmi yıl durdurmamız gerekir" emrini aldıklarında Gramsci'yi yirmi yıla yakın bir süre cezaevinde tutmuşlardı. Bu günlerde kendilerinden olmayan politik öznelerin yanında bütün muhalif aydınları ve akademisyenleri birer hukuk rezaletiyle hapishanelere dolduranların akıl hocalığını adeta Mussolini'nin akil adamları yapmaktadır. Demokratik bir temsil gücü olmasına rağmen 'Ermenistan sınırına dayanmış olmanın' yarattığı yüz yıllık bir korkudan beslenen bir siyasal algının gelip duracağı nokta demokratik bir çoğulculuğun reddine kadar varabilen kapitalist imamların insana cinnet geçirten hegemonyasıdır.

AKP'nin hegemonyası

Gramsci hegemonya kavramını, Batı'daki burjuva iktidarlarının yapısını irdelemek amacıyla kullanmış, zaman zaman hegemonya kavramından ikili anlamlar ve karşıtlıklar türetmiştir. Örneğin hegemonyayı zor ile rıza, otorite ile egemenlik, şiddet ile uygarlık düzeylerine yerleştirir. Aslında çoğu yazısında egemenliği hegemonyanın karşı tezi olarak betimler. Ancak burada kastedilen ezilen sınıfların değil ezen sınıfların egemenliğidir. Ayrıca hegemonya düşüncesinin içine aldığı bir diğer içerik ise ezen sınıfların aydınlar aracılığıyla toplumsal bir rızayı da içine aldığı, hegemonyanın sivil topluma, egemenliğin ise siyasal topluma (devlete) karşılık gelmesidir. Bu bağlamda dernekler, kulüpler, sendikalar, siyasal partiler, okul ve kiliseler hegemonyanın en güçlü aygıtlarıdır. Yargı sivilleşsin diye yıllarca bağırıp duran bir siyasi partinin, iktidarının baharında yargıya kendi adamlarını yerleştirmesine Gramsci ne der bilmiyoruz ama tıpkı Mussolini'nin yaptığı gibi bu ülkenin başbakanı yargıçlara talimat verip operasyon üzerine operasyon düzenleme erkini eline almış bulunmaktadır. Tansu Çiller'in cebindeki öldürülecek Kürtler listesinin yerine Erdoğan'ın bu gün cebinde içeriye alınacak Kürtlerin listesinin bulunması, tekerrür eden bir tarihin rezil cilvelerinden biridir. Eminim ki Gramsci bu gün yaşasaydı, hegemonya kendini gizli ve his ettirmeden yayar ilkesine karşı AKP'nin hegemonyasını insanların gözlerinin içine sokarak nasıl büyük bir açıklıkla hayata geçirdiğine şaşırırdı.

'Burjuvazinin iyiliği' ve egemen kültür

Gramsci, hegemonyanın basit anlamıyla sınıfsal bir iktidarın sadece baskı mekanizması yoluyla değil aynı zamanda toplumsal bir rıza ve toplumsal bir uyum sayesinde kurulduğunu söylediğinde sanki AKP'nin bu gün ülkeyi baştanbaşa kuşatmaya çalışan hegemonik karakterini analiz etmişti. Gramsci, kapitalizmin halk kitlelerini salt şiddet, siyasi ve ekonomik zor yoluyla değil aynı zamanda ideolojik olarak burjuva değerlerinin herkesin ortak düşüncesi haline geldiği bir egemen kültür yaratma yoluyla da yönettiğini söylüyordu. Böylece bir uzlaşma kültürü gelişiyor ve ezilen sınıflar kendi iyiliklerini burjuvazinin iyiliğiyle özdeşleştiriyor, karşı çıkmak bir yana herkesin kendi durumuna itiraz ederken bile fazlasıyla rıza gösterdiğini söylüyordu. Benzine iki yıldır zam yapılmadı, solcuyum ama sırf o yüzden AKP'ye oy veriyorum diyen taksicilerin, bolluğa ve refaha açılan bol miktarda kapıları bulunan cemaat dershanelerine çocuklarını yollayan Kürt ulusalcılarının yaşadığı bir ülkede yaşıyoruz artık.

AKP ve onun sivil toplumcu ayağı ülkeyi boydan boya muhalefetsiz, cemaat merkezli bir siyasal ve ekonomik iktidarın merkezi haline getirmek için her türden ekonomik, kültürel ve sosyal hegemonya dinamiklerini harekete geçirmiştir. Kürtleri içinden çıkardığınızda Türkiye halkları tarihlerinin hiçbir döneminde kendi devletleriyle bu denli uyumlu, benzeşik ve bütünlüklü bir ilişki kuramamışlardır diyebiliriz. Hatta sivil alanın faşizmi çoğu kez siyasal alanın faşizmine rahmet okutmaktadır bu gün. Türk egemen siyasetinin bu gün Kürtlere karşı tahammülsüzlüğünü AKP'nin kültürel ve siyasal hegemonyasına Kürtlerin sürekli çelme takıyor olmasına bağlamak sanırım abartılı olmayacaktır. Erdoğan'ın seksen iki vilayetin içinde çıban gibi gördüğü Dêrsim ve Hakkâri'ye bunca kin biriktirmiş olmasını anlamak için öfkenin psikolojik arkeolojisini yapmaya pek de gerek yoktur sanırım. Dêrsim çıbandır ve temizlenmelidir diye Ankara'ya raporlar gönderen paşalardan yetmiş beş yıl sonra Kemalist Hegemonya'nın en büyük tarihsel günahlarından biri olan Dêrsim'in tarihsel acısını deşip bu günün siyasal kıyımının üstünü örtme girişimi, iktidarın uyuşturulmuş kitleleri ayartmak için kendi gözüne demokratik bir sürme çekmesi kadar değersizdir. Ağrı, Zilan, Amed, Koçgiri ve daha birçok bellek hatırlatması Erdoğan'ın sol cebinde beklemektedir. Gerekli görüldüğünde o cepten çıkacaktır! İktidarın ruhu zehirleyen bir şehvet, esrime ve öfke nöbetine denk gelen çıban temizleme fantazisi erk ve erkeklik abidesi paşalardan ve kravatlı bürokratlardan hegemonya delisi imamlara geçmiştir bu gün.

'Ümmetsel kardeşlik' retoriği

Gramsci'ye göre bir devlet, sivil toplum sahasında sınıflar üstü bir hegemonya kurduğunda üç temel sonuç ortaya çıkar. Bunlar, radikal bir devrim düşüncesi yerine radikal bir demokrasi ya da ileri bir demokrasi düşüncesi ile toplumsal yapıların büyük bir reformla dönüşüme uğratılması düşüncesidir. Günümüzde radikal bir devrim düşüncesinden çoktandır vazgeçmiş olan sol liberallerin iştahını kabartan bu durum, solun liberal kanadını bile büyük oranda AKP'ye eklemlemeyi başarmıştır. Bir dönem devrim için orduyu imdada çağıran milli demokratik devrimci aydın tipi bu gün AKP'nin totaliter ve tasfiyeci yönü ile tarihin en garip ileri demokrasi hamleleri arasında sıkışmış olmasından dolayı kafası karışmış en tuhaf liberal aydın tipine dönüşmüştür.

Gramsci, Klasik Marksizm'in alt yapı, üst yapıyı dönüştürür tezinin tam karşısına oturttuğu üst yapı kurumlarını işlevsiz kılmadan ve parçalamadan alt yapıda köklü bir değişim beklemek romantik bir iyimserliktir tezine bağlı olarak modern koşullarda kazanmak isteyenlerin daha çok entelektüel ve ahlaki bir önderliğe soyunmalarının aciliyetini vurgulamıştı. Çünkü devrimci cephenin toplumun farklı dinamikleriyle ittifaklar ve uzlaşmalar gerçekleştirmesi bir zorunluluktu. Söz konusu güçlerin birliğini tarihsel bir blok noktasına kadar taşımaları gerektiğini, tarihsel bloğun tamamıyla toplumsal bir rızaya dayanan ve çıkardan arınmışlık temelinde büyümesi gerektiği şeklinde romantik bir kurgu oluşturmuştu. Çünkü egemen gruplar kendi hegemonyalarını sosyal ilişkiler ve düşünce bağlarıyla yeniden üretirlerdi. Kürtlerin bu gün, bağımsız devlet isteğinden vazgeçip daha çok alternatif yaşam politikaları ve toplumsal üst yapıda değişimler yaratabilecek politik ve ekonomik reformları gündemleştirmeleri devlet hegemonyasını fazlasıyla rahatsız etmektedir. Türkiye başbakanının Kürtler söz konusu olduğunda sürekli kınında keskin bir kılıç gibi beklettiği ve son yıllarda dini cemaatler üzerinden örgütlenen tarihsel ve ümmetsel kardeşlik retoriği aslında Türk Sünni Faşizmini maskeleyip gizleyen en büyük ideolojik aygıtlardan biridir. Kürtlerin neredeyse bin yıldır kendilerine karşı sürekli kullanılan ve neredeyse ideolojik bir aygıta dönüştürülmüş olan Devletçi Suni İslam dininin karşısına Sivil İslam'ı alternatif olarak sunmaları söz konusu devlet hegemonyasını fazlasıyla zorlayan ve kızdıran devrimci bir süreçtir. Sivil Halk İslam'ına karşı İktidarcı ve Elit İslam'ın zaferi için Kerbela'da kan dökenler, o kanlı kılıçlarını Demokles'in kılıcıyla ikame edip Kürtlerin başında sallamaktadırlar bu gün. Çok fazla sıkıştığında bunlar zaten Zerdüşti'dir diyen bir başbakan, hegemonyasının en korunaklı silahı olan İslam dininin kendi tekelinden çıkma tehlikesine karşı hiddetlenen seküler bir halife gibi davranmaktadır.

Sivil-siyasal alan 'ikiliği'

Gramsci, kapitalist hegemonyanın bazen şiddetle bazen de toplumsal bir rıza ile hükmettiğini, kapitalist devletin sadece hükümetten teşkil olmuş bir yapı olmadığını, devletin siyasi kurumları, yasal ve anayasal denetim kurumları ile örgütlenmiş siyasal bir birlik ile özel alan olarak tanımlayabileceğimiz devlet dışı gibi görünen sivil toplumun bileşkesi olduğunu bir çok yazısında belirtmişti. Siyasal alan zorlayıcıdır. Sivil alan razı olmuşluğun alanıdır. Söz konusu ikilik aslında salt kavramsaldır. Çünkü iki alan çoğunlukla çakışır ve birbirini besler. Türkiye Devleti'nde sivil alan olarak kategorize edilen yardım kuruluşları, üniversiteler, medya, camiler, dernekler, sendikalar ile siyasal alanı temsil eden siyasi partiler, ordu, polis ve yargı eşgüdümlü çalışır. Sivil alan Kürtlere televizyon açarken siyasal alan Kürtlerin bütün siyasi aktörlerini cezaevine doldurur. Sivil alan Van depremine yardım götürürken siyasal alanın bir temsili olan vali yardımları bir terbiye etme aracına dönüştürüp dağıttırmaz. Sivil alan Kürdoloji bölümünü açar, siyasal alan devletin resmi kayıtlarında sicili bozuk akademisyenleri üniversitenin kapısından bile içeriye almaz! Sevgi komasına giren bir vali, otuz yıllık bir şiddetin sarmalında sokağa dökülmekten başka çareleri olmayan çocukları tıpkı Yahudi çocuklarını kamplara dolduran Naziler gibi rehabilitasyon evlerine doldurmayı gündeme getirir. Böylelikle siyasal alan ve sivil alan belli toplumsal taleplerin konuşulmasına ve bazen de bu taleplerin karşılanmasına hizmet ederek kendini yeniden üretir. Gramsci bu duruma fazlasıyla yakışan ironik bir anlam yükleyerek bu duruma iktidarın pasif devimi der.

Kemalist Seçkinci İktidarın, Osmanlı Hanedanlığından devraldığı ülkedeki her şeyin ve her kesin mutlak sahibi gibi gören üst kodlamasının bu gün neredeyse hiç değişime uğramadan kendini Siyasal İslam ekseninde örgütlenmiş AKP iktidarında var etmesi, bu topraklarda siyasal ve kültürel hegemonya geleneğinin bin yıllardır değişik tarzlarda kendini bir şekilde devam ettirdiğini gösterir. Bu gün iktidarın tehdidi altında yaşayan ve Gramsci'nin organik aydın kategorisine giren Kürt aydınlarının egemen iktidara mesajı çok nettir: Siz üst perdeden bizi okumaya çalıştıkça biz sizin tarihsel ve psikolojik alt okumalarınızı yapmaya devam edeceğiz. Ruhun şad olsun Gramsci…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder