11 Şubat 2015

TAKSİM’DEN MİŞTENUR’A HDP’NİN TOPOGRAFYASI


                                          

                                     “Devrimin en güzel tarafı birbirini hiç tanımayanları akraba yapabilmesidir...
                                                                                                                                                  Deleuze

Bir yanımızda evrensel değerler mitosu çökmesine rağmen politik Mesihçiliğinden de kibrinden de taviz vermeyen modern Batı düşüncesi, yanı başımızda ise tüm bu değerlere karşı toptan reddiye ile modern öncesi değerlere geri dönüşü salık veren İslami bir fundamentalizm. Yalanı ve çarpıtmayı istisna olmaktan çıkarıp olağanlaştırarak her kriz ve çatışmayı belli bir denge aralığında tutup bunu bir kar marjına indirgeyen bir hükümet aklı; öbür tarafta tarihsel ve sosyolojik olarak Arap Baasçılığının bu topraklardaki doğal muadili olan Kemalist reflekslerle ülkenin statik muhalefeti olmayı çoktan kabullenmiş bir CHP’nin tam ortasındayız! Bu denklemin içinde devrimci bir siyaset yürütmenin zorluğu kadar bu siyaseti büyütmenin olanakları da fazlasıyla mevcuttur. Bazen reel politik olanın tanımına poetik bir müdahale yetişir: ‘Yaprak döker bir yanımız; bir yanımız bahar bahçe…’

Tarihin bütün devrimci isyanlarında kurucu politik öznenin yarılma süreci ‘halkın karşılanmamış taleplerinden’ ve ‘halkın direniş motivasyonunun gerisinde kalmasından’ kaynaklanmıştır. Devrimciler tarihin bazı aralıklarında devrimi örgütleyemezler! Bazen devrim ve devrimci yer değiştirir. Devrim, devrimciyi örgütlemeye ve örgütlenmeye zorlar! Tersten işleyen bu diyalektikte ‘peki ya ne olacak’ sorusu hükümsüz, akılcı hesaplar tamamıyla devre dışı kalır. Bu aralıkların en bariz olanlarından biri Gezi Direnişi bir diğeri ise Bakûr’da bütün hayatı durduran Ekim 2014 Kobanê Serhildanı olmuştur. Gezi Direnişi son otuz yıldır Türkiye sol hareketinin anlatmaya çalıştığı ‘lirik kahramanlık öykülerinden’ çok daha fazlasını ve çok daha estetiğini açığa çıkarmıştır. Kobanê Direnişi ve Serhildanı ise Kürt Özgürlük Hareketinin otuz yıldır Batı ülkelerinde yürüttüğü diplomatik mücadelede otuz yılın en büyük sıçramasını yaratmıştır! Bu, devrimciyi yeniden devrime angaje eden bir çağrıdır! Kobanê, Benjaminci anlamda tarihsel kırılmanın bir parıltısıdır… Bu parıltıyı bir olanağa dönüştürebilecek, yani Taksim ile Kobanê’nin çakıştığı yerde yoğunlaşacak düşüncenin HDP olduğu düşünülebilir.

HDP hareketi, ne Kürdistan’ı Türkiyelileştirir; ne de Türkiye’yi Kürdistanlaştırabilir. Böyle bir aynılaştırma kategorik olarak yanlış olmakla birlikte HDP projesi aslında Türkün suskunluğunu Kürtleştirme, Kürdün isyan ettiği durumları Türkiyelileştirme düşüncesidir. 1970’lerde devrimci direnişi üniversite kantinlerinde Türkiyeli devrimcilerden öğrenen Kürdistan devrimcilerinin, kırk yıl sonra direnişi tekrar Batı yakasına taşırma çabasıdır. HDP, Soma’nın Cizre’ye, Cizre’nin Soma’ya kulak kabartmalarından çok daha fazlasıdır! Bütün tarafların HDP’ye karşı geliştirdikleri milliyetçi reflekslerdeki benzeşme bile bu düşüncenin mantıksal olarak doğruluğuna güçlü bir kanıttır.

HDP, kendini sürekli ikili bir çatışma ve bir düşman diyalektiği üzerinden kuran, bunu yaparken ‘düşmanın gövdesini güçlendiren bir aşı olmaktan da geri duramayan’ indirgemeci, temsili sol siyasetin iflasına karşı çoğul olanın çare arayışıdır.

HDP, her ne kadar parlamenter mücadeleyi bir direniş mevziisi olarak belirlemiş olsa da oy sandıklarına, oy miktarına ve aday tartışmalarına odaklanmış devrimci bir siyasetin çıkmazları ile ilgili son yirmi yıllık tarih bile bize fazlasıyla öğretici dersler bırakmıştır. Devrimin kalbi, devletin resmi binalarına alabildiğince uzak olan yerlerde yani oluşun, mizahın, dönüşümün, şenliğin ve yaratıcılığın olduğu sokaklarda atar! Tarih boyunca hiçbir parlamento sokaktakine öncülük yapamamış olup en fazla sokağın her tarafa görünebilen sözcüsü olmuştur. Üstüne üstlük temsilin paradoksal ve kaçınılmaz olarak devrimci öfkeyi bazen boğan ve devrimci muhalefeti sisteme entegre ederken iktidar üreten karakteri apayrı bir tartışma konusu olarak ortada dururken! Kravatsızların devrimi Deleuze’un itirazına koşuttur: ‘Aslolan temsiller değil, kolektif yaratımlardır.’

Kendini sürekli iktidar merkezli bir politik kavrayıştan ziyade hiyerarşinin alabildiğince parçalandığı bir kolektif emek ve üretim üzerinden kurduğu ölçüde HDP, demokratik olacaktır. Bu topraklarda devrimin kalbinin bu kadar cılız atmasının bir sebebi de devrimcilerin 1970’lerde kan ve terle kurdukları ve bu gün Siyasal İslam’ın kaleleri haline gelmiş kent varoşlarını terk etmiş olmalarıdır. 1980’den itibaren parçalanan ve ufaltılan devrimci dinamikler Siyasal İslam’ın kendilerinden çaldığı temel söylemleri ile birlikte (hak-hukuk-adalet-eşitlik-dayanışma vb.) sağa kaptırdıkları hayal güçlerini ve kendi kurdukları mahallelerini geri almadan HDP’nin açılımındaki ‘Halkların’ kısmı ideolojik bir efekt olmaktan öteye gidemeyecektir…

HDP, Gezi Direnişinden sonra, tamamıyla kasaba lümpenliğinin bir infilak hali olan ‘Siz susarken biz Kürtlerin bunca yıldır neler çektiğini anladınız mı?’ serzenişine karşı sahici insanların ortak politik mevziler inşa ettiği nutuksuz bir devrim şenliğine dönüşmek zorundadır. İşkencede testisleri patlatılmış bir erkek ya da polis tekmesi ile yumurtalıkları parçalanmış hiçbir kadının birbiriyle ya da başkalarıyla acı yarıştırdığına rastlayamazsınız! Ayrıca ‘’Sizin neler çektiğinizi şimdi öğrendik’’ retoriği halkları kardeşleştirmeye yetmez! Bruckner’ın dediği gibi: ‘Batı entelektüelleri kendi devletlerinin Doğulu kavimlere yaptıklarını anlatırken adeta kendilerini kırbaçlatmaya bayılırlar’’. Kürtler kendileri kırbaçlanırken aynı zamanda kendini kırbaçlatan dostlardan ziyade sadece samimiyet ve dayanışan dostlarını bekliyorlar…

Kürdistan’da son otuz yılda yakılan milyonlarca hektar orman ile Gezi Parkındaki ağaçlar kıyaslamasının absürtlüğü inkara gelmez; çünkü Gezi’deki birkaç ağacı da Kürdistan ormanlarını da talan eden aynı kral ve adamlarıdır! AKP'nin neo-liberal kuşatması ve yatak odalarımıza kadar giren biyo-politikası bu topraklarda yaşayan hiç kimseyi dışarıda bırakmıyor. Neredeyse günde kaç kez nefes alıp vermemizi salık veren bu dili bu topraklarda en iyi Kürtler ve devrimciler bilir. HDP, bu dilin bu ülkenin bütün ezilenleri tarafından susturulma çabasıdır!

Kentler dönüştürülürken düzleştirilen ve çölleştirilen yaşam alanları Tarlabaşı'ndaki Mardinli ve Konyalı'yı aynı anda vuruyor. Çünkü kral ve adamları çöle ve düzlüğe bayılırlar! Kürtler mekânın politik olduğunu yakılan köylerinden, gettolaşan varoşlarından ve armut göbek müteahhitlerin insafına bırakılmış Xançepek, Elî Paşa ve Kırklar Dağ’ından çok iyi bilirler! Kürtler uzun bir zamandır Kürtlüğün tek başına Kürdü kurtarmaya yetmeyeceğini iyi biliyorlar… Çünkü Kürdistan’ın da milyonlarca işsizi, cadde ortasında vurulan kadınları, darmadağın edilmiş kentleri ve o kentlerin içinde görünmeyen milyonlarca trajedisi her gün gözlerimizin içine bakmaktadır. Gezi Direnişindeki insanlara çapulcu diyen kibirli muktedir tam tamına yüz elli yıldır yedi sülalemize 'hain çapulcular' diyor; öfkemiz ortaktır; farkındayız!


Neredeyse bütün evrensel sol figürlere methiyeler sıralarken Paris, Barselona ve Stalingrad Romanının içine çoktan dâhil olmuş Kobanê’yi göremeyen bir solu gerçek bir sola, bütün Mezopotamya’yı salt Kürtlükten ibaret gören bir politik kavrayışı Gezi ve Soma’nın sol tarafına kırma girişimidir HDP. Negri’nin deyimiyle hem borçlu, hem medyatik, hem güvenlikçi hem de temsili olan bir yurttaşlar topluluğunun isyanı tarihin en zor isyanıdır; öbür yandan en meşru ve en olması gereken çokluğun isyanıdır! HDP, bu isyanın Taksim’den Miştenur Tepesi’ne oradan Şengalê uzanan topografyasında ‘dünyanın balkonunda’ bekletilen ve görünmez kılınanların kolektif emeğinden çıkmış kırk yıllık bir düşün halklara göz kırpmasıdır.