“Devrimin en güzel tarafı birbirini hiç tanımayanları akraba yapabilmesidir...
Deleuze
Bir
yanımızda evrensel değerler mitosu çökmesine rağmen politik Mesihçiliğinden de
kibrinden de taviz vermeyen modern Batı düşüncesi, yanı başımızda ise tüm bu değerlere
karşı toptan reddiye ile modern öncesi değerlere geri dönüşü salık veren İslami
bir fundamentalizm. Yalanı ve çarpıtmayı istisna olmaktan çıkarıp
olağanlaştırarak her kriz ve çatışmayı belli bir denge aralığında tutup bunu
bir kar marjına indirgeyen bir hükümet aklı; öbür tarafta tarihsel ve
sosyolojik olarak Arap Baasçılığının bu topraklardaki doğal muadili olan Kemalist
reflekslerle ülkenin statik muhalefeti olmayı çoktan kabullenmiş bir CHP’nin
tam ortasındayız! Bu denklemin içinde devrimci bir siyaset yürütmenin zorluğu
kadar bu siyaseti büyütmenin olanakları da fazlasıyla mevcuttur. Bazen reel politik olanın tanımına poetik bir
müdahale yetişir: ‘Yaprak döker bir
yanımız; bir yanımız bahar bahçe…’
Tarihin
bütün devrimci isyanlarında kurucu politik öznenin yarılma süreci ‘halkın
karşılanmamış taleplerinden’ ve ‘halkın direniş motivasyonunun gerisinde kalmasından’
kaynaklanmıştır. Devrimciler tarihin bazı aralıklarında devrimi
örgütleyemezler! Bazen devrim ve devrimci yer değiştirir. Devrim, devrimciyi
örgütlemeye ve örgütlenmeye zorlar! Tersten işleyen bu diyalektikte ‘peki ya ne
olacak’ sorusu hükümsüz, akılcı hesaplar tamamıyla devre dışı kalır. Bu
aralıkların en bariz olanlarından biri Gezi Direnişi bir diğeri ise Bakûr’da
bütün hayatı durduran Ekim 2014 Kobanê Serhildanı olmuştur. Gezi Direnişi son
otuz yıldır Türkiye sol hareketinin anlatmaya çalıştığı ‘lirik kahramanlık
öykülerinden’ çok daha fazlasını ve çok daha estetiğini açığa çıkarmıştır.
Kobanê Direnişi ve Serhildanı ise Kürt Özgürlük Hareketinin otuz yıldır Batı
ülkelerinde yürüttüğü diplomatik mücadelede otuz yılın en büyük sıçramasını
yaratmıştır! Bu, devrimciyi
yeniden devrime angaje eden bir çağrıdır! Kobanê, Benjaminci anlamda tarihsel
kırılmanın bir parıltısıdır… Bu parıltıyı bir
olanağa dönüştürebilecek, yani Taksim ile Kobanê’nin çakıştığı yerde
yoğunlaşacak düşüncenin HDP olduğu düşünülebilir.
HDP hareketi, ne
Kürdistan’ı Türkiyelileştirir; ne de Türkiye’yi Kürdistanlaştırabilir. Böyle
bir aynılaştırma kategorik olarak yanlış olmakla birlikte HDP projesi aslında
Türkün suskunluğunu Kürtleştirme, Kürdün isyan ettiği durumları
Türkiyelileştirme düşüncesidir. 1970’lerde devrimci direnişi üniversite
kantinlerinde Türkiyeli devrimcilerden öğrenen Kürdistan devrimcilerinin, kırk
yıl sonra direnişi tekrar Batı yakasına taşırma çabasıdır. HDP, Soma’nın
Cizre’ye, Cizre’nin Soma’ya kulak kabartmalarından çok daha fazlasıdır! Bütün
tarafların HDP’ye karşı geliştirdikleri milliyetçi reflekslerdeki benzeşme bile
bu düşüncenin mantıksal olarak doğruluğuna güçlü bir kanıttır.
HDP, kendini sürekli ikili
bir çatışma ve bir düşman diyalektiği üzerinden kuran, bunu yaparken ‘düşmanın
gövdesini güçlendiren bir aşı olmaktan da geri duramayan’ indirgemeci, temsili
sol siyasetin iflasına karşı çoğul olanın çare arayışıdır.
HDP, her ne kadar
parlamenter mücadeleyi bir direniş mevziisi olarak belirlemiş olsa da oy
sandıklarına, oy miktarına ve aday tartışmalarına odaklanmış devrimci bir
siyasetin çıkmazları ile ilgili son yirmi yıllık tarih bile bize fazlasıyla
öğretici dersler bırakmıştır. Devrimin kalbi, devletin resmi binalarına
alabildiğince uzak olan yerlerde yani oluşun, mizahın, dönüşümün, şenliğin ve
yaratıcılığın olduğu sokaklarda atar! Tarih boyunca hiçbir parlamento sokaktakine
öncülük yapamamış olup en fazla sokağın her tarafa görünebilen sözcüsü
olmuştur. Üstüne üstlük temsilin paradoksal ve kaçınılmaz olarak devrimci
öfkeyi bazen boğan ve devrimci muhalefeti sisteme entegre ederken iktidar
üreten karakteri apayrı bir tartışma konusu olarak ortada dururken! Kravatsızların
devrimi Deleuze’un itirazına koşuttur: ‘Aslolan temsiller değil, kolektif
yaratımlardır.’
Kendini sürekli iktidar
merkezli bir politik kavrayıştan ziyade hiyerarşinin alabildiğince parçalandığı
bir kolektif emek ve üretim üzerinden kurduğu ölçüde HDP, demokratik olacaktır.
Bu topraklarda devrimin kalbinin bu kadar cılız atmasının bir sebebi de
devrimcilerin 1970’lerde kan ve terle kurdukları ve bu gün Siyasal İslam’ın
kaleleri haline gelmiş kent varoşlarını terk etmiş olmalarıdır. 1980’den
itibaren parçalanan ve ufaltılan devrimci dinamikler Siyasal İslam’ın kendilerinden
çaldığı temel söylemleri ile birlikte (hak-hukuk-adalet-eşitlik-dayanışma vb.) sağa
kaptırdıkları hayal güçlerini ve kendi kurdukları mahallelerini geri almadan
HDP’nin açılımındaki ‘Halkların’ kısmı ideolojik bir efekt olmaktan öteye
gidemeyecektir…
HDP, Gezi Direnişinden
sonra, tamamıyla kasaba lümpenliğinin bir infilak hali olan ‘Siz susarken biz
Kürtlerin bunca yıldır neler çektiğini anladınız mı?’ serzenişine karşı sahici insanların
ortak politik mevziler inşa ettiği nutuksuz bir devrim şenliğine dönüşmek
zorundadır. İşkencede testisleri patlatılmış bir erkek ya da polis tekmesi ile
yumurtalıkları parçalanmış hiçbir kadının birbiriyle ya da başkalarıyla acı
yarıştırdığına rastlayamazsınız! Ayrıca ‘’Sizin neler çektiğinizi şimdi
öğrendik’’ retoriği halkları kardeşleştirmeye yetmez! Bruckner’ın dediği gibi:
‘Batı entelektüelleri kendi devletlerinin Doğulu kavimlere yaptıklarını
anlatırken adeta kendilerini kırbaçlatmaya bayılırlar’’. Kürtler kendileri
kırbaçlanırken aynı zamanda kendini kırbaçlatan dostlardan ziyade sadece
samimiyet ve dayanışan dostlarını bekliyorlar…
Kürdistan’da son otuz yılda yakılan
milyonlarca hektar orman ile Gezi Parkındaki ağaçlar kıyaslamasının absürtlüğü inkara
gelmez; çünkü Gezi’deki birkaç ağacı da Kürdistan ormanlarını da talan eden
aynı kral ve adamlarıdır! AKP'nin neo-liberal kuşatması ve yatak odalarımıza
kadar giren biyo-politikası bu topraklarda yaşayan hiç kimseyi dışarıda
bırakmıyor. Neredeyse günde kaç kez nefes alıp vermemizi salık veren bu dili bu
topraklarda en iyi Kürtler ve devrimciler bilir. HDP, bu dilin bu ülkenin bütün
ezilenleri tarafından susturulma çabasıdır!
Kentler dönüştürülürken
düzleştirilen ve çölleştirilen yaşam alanları Tarlabaşı'ndaki Mardinli ve
Konyalı'yı aynı anda vuruyor. Çünkü kral ve adamları çöle ve düzlüğe bayılırlar!
Kürtler mekânın politik olduğunu yakılan köylerinden, gettolaşan varoşlarından ve
armut göbek müteahhitlerin insafına bırakılmış Xançepek, Elî Paşa ve Kırklar
Dağ’ından çok iyi bilirler! Kürtler uzun bir zamandır Kürtlüğün tek başına
Kürdü kurtarmaya yetmeyeceğini iyi biliyorlar… Çünkü Kürdistan’ın da
milyonlarca işsizi, cadde ortasında vurulan kadınları, darmadağın edilmiş
kentleri ve o kentlerin içinde görünmeyen milyonlarca trajedisi her gün
gözlerimizin içine bakmaktadır. Gezi Direnişindeki insanlara çapulcu diyen
kibirli muktedir tam tamına yüz elli yıldır yedi sülalemize 'hain çapulcular'
diyor; öfkemiz ortaktır; farkındayız!
Neredeyse bütün evrensel sol
figürlere methiyeler sıralarken Paris, Barselona ve Stalingrad Romanının içine
çoktan dâhil olmuş Kobanê’yi göremeyen bir solu gerçek bir sola, bütün
Mezopotamya’yı salt Kürtlükten ibaret gören bir politik kavrayışı Gezi ve
Soma’nın sol tarafına kırma girişimidir HDP. Negri’nin deyimiyle hem borçlu,
hem medyatik, hem güvenlikçi hem de temsili olan bir yurttaşlar topluluğunun
isyanı tarihin en zor isyanıdır; öbür yandan en meşru ve en olması gereken
çokluğun isyanıdır! HDP, bu isyanın Taksim’den Miştenur Tepesi’ne oradan
Şengalê uzanan topografyasında ‘dünyanın balkonunda’ bekletilen ve görünmez
kılınanların kolektif emeğinden çıkmış kırk yıllık bir düşün halklara göz
kırpmasıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder