28 Ocak 2016

BEYTEK Jİ MEYTÊ DIYA MİN RE*


Bazı ölümler tekil değildir; kendisiyle birlikte çok şeyi öldüren ölümler de vardır; ‘Bir insanı öldürmek bütün insanlığı öldürmektir’ den çok daha öte çok daha amansız ölümler gibi! Bir kadın öldürüldü; adı Taybet yani Kurdî dilinde “Özel”
Onca acıya ve yoksulluğa rağmen elli yedi yıl boyunca omuzları düşmemiş bir direngenliğin ve Botanî bir vakurluğun son durağında devletliler tarafından sonlandırılmış bir yaşam ve cenazesini yedi gün sokakta beklettikleri bir ana! Devletlerin yüzlerce yıldır öldürüp cesedini Ortadoğu’nun tam ortasına sermek için tarihin en büyük vahşet hatıralarını Kürdün hafızasına kanla ve ateşle yazdıkları Kürdistan’ın tam ortasında… 
Bir erkek ideolojisi olan savaşta şiddetin en ağır olanı teslim olmamış kadının bedenine uygulanır; Erkek/Devlet, kendi yetmezliğini ve zayıflığını böylesi bir güç gösterisiyle tatmin ettikçe daha çok alçalır; alçalma sınırı ile vahşet sınırı sürekli birbiriyle denkleşir… Erkek/Devlet, teslim olmamış ve mücadele eden bir kadın bedeninden o kadar korkar ki, cesedini sokak ortasında Allah’ın dünyayı yarattığı gün sayısı kadar bekletebilir… Devletin zalimliği erkekliğinden gelir. Kurdî dilinde jin ve jîn nasıl kadın ile yaşamın birliğine denk geliyorsa zilam (erkek) ile zulüm aynı şekilde birbirine denk gelir!
Taybet ana kendisinin bile hatırlayamadığı bir yaşta evlendirilir: kendisiyle birlikte vurulan Halit İnan ile. On bir çocuğun, yoksulluğun, kadın olmanın ve mücadelenin yükü. ‘Bar’ yüktür Kurdî dilinde, barkirin göç ve ölüme denk gelir… 
Devletin ölüm kusan namlularının Botan’da Kürdün hayatına en çok kastettiği zaman dilimlerinin birinde devlet, Taybet Ana’dan iki can alır. 1993 yılında onbir çocuktan 7 yaşındaki oğlu ve 3 yaşındaki kızı Silopi’de sokakta oynarken katledilir. Takvim yaprakları nicedir çocukların ‘ölüm’ ile sobelendikleri günlere dönmeye başlamıştır… ‘Sobelenen her çocuğun’ bunu canıyla ödediği, ya da ‘Elma dersem çık; bomba dersem öl’! Oğullarından biri bu acıyı da yanına alarak yüzünü Kürdistan dağlarına döner. Eşi Halit ve oğlu o dönem cezaevine düşer; baba 3 yıl 5 ay, oğlu 4 yıl 7 ay cezaevinde kalır ve sonrası cezaevi kapılarıdır Taybet ananın hatıratında… 
Silopi’de sokağa çıkma yasağı ilan edilmeden hemen önce şoförlük yapan oğlu Mehmet sefere çıkmadan annesine sarılıp ‘Seni belki bir daha göremeyeceğim’ der. Annesi ‘Benim canım bu gençlerin, bu kahramanların canından çok mu önemli!’ diyor. Mehmet’in anası ile son konuşması olur bu! Sonrası Memed’in anlatımıdır: ‘Vurulduğu yer kapının hemen önündeki sokak olmasına rağmen ‘çığlığını’ hiç duymadık. Yedi gün sonra yanına gittiğimizde koluyla yüzünü kapatmış ve yumrukları sıkılıydı; anam direngen bir kadındı ve saçında kurumuş kan vardı; kına gibi… ‘
Kelimenin yaşanan çıplak gerçekliği eksilttiği, yaşanan şeyin çok azını açığa çıkarabildiği aralıklar vardır; içimize akan zehre döner o an suskunluk. Öldürülen söz’dür, kelamdır, çığlıktır…  Memed’in ağzından dökülen son söz gibi:**Wan diya me kuşt!…
* Anamın cenazesi için bir beyit
**Onlar anamızı öldürdü!