8 Şubat 2014

Zagros ve And Silsilesinde Şarkılara Gömülenler






“…Bu bir sonrasızlıktır; insan yaşama isteğini ayakta tutabilmek için gerçekliğin üstünü bir düş ile örter ve bu yaşamı sürdürmek için boyuna çareler arar. Biri, bilginin Sokratik mutluluğuna ve bu yolla varlığın sonsuz yaralarını iyileştirme gibi olmayacak bir şeylerle yaşama bağlanır; öbürü gözünün önünde dolanıp duran sanatın güzelliğinin büyüleyici tülleriyle kendini çevreler…”
[Nietzsche, Tragedyanın Doğuşu]

Victor Jara: Gitar, Kesik Kollar ve And Dağları (devrimin sesini susturmak)

Erdewan Zaxoyî: Ud, Pasaport ve Çiyayên Metîna (devrimin sesini kaybettirmek)
Hozan Serhad: Bağlama, Bornova Durağı ve Çiyareşk (devrimin sesini çalmak)

“Dijminên me ji lûliyên tifingên me bêhtir ji stranên me ditirsiyan...”[1] 
[Hişyar Hesen]

Victor Jara’nın önce parmakları, sonra elleri ve en son sesi Pinochet’in askerleri tarafından Santiago Stadyumunda ezilerek susturulur. Erdewan Zaxoyî’nin ‘Ez dizanim’ diye inleyen sesini Saddam’ın ajanları Bağdat’ta üçüncü sınıf bir otelde kaybettirirler. Hozan Serhad’ın önce bağlaması, sonra sırt çantası en son sesi Feraşîn Yaylasında bir yüzbaşıdan ‘aferin’ almak için şehvetle kıvranan bir ‘hain kardeş’ tarafından çalınır… Bu üç adam, devrimin şarkısından çalınmış üç değerli melodiden ya da devrimin ateşten tülünden koparılmış bir tutam kızıllıktan çok daha fazlasıdır. Yarayı şarkıya, şarkıyı devrime, devrimi kendine ekleyen bir naifliğin ve kırılganlığın militanlarıdır onlar. Büyük bir ustalıkla tellere dokunan parmakları devrimin ve aşkın kızılıyla dağ-landığından yürekleri acemi titreşimlerle hep çocuk kalacak şarkılar söyletmiştir onlara…


Annesi, “Erdwan’ın bütün evraklarını, parasını, fotoğraflarını, kaset kayıtlarını ben saklardım… Onun yönünü Kürtlüğe ve dağa çeviren yoldaşı da hep ben oldum! O yüzden onun şarkılarında iki anne geçer; biri benim, diğeri gerçek anası olan ve uğruna ölüme gittiği Kürdistanı’dır… Erdewan, Eyaz’ın mezarı başında bir şiir okur; altı gün sonra o şiirle birlikte kaybolur; annesi Gulê, Erdewan’ın ardından bir kayıp şiir daha okur:


Ez Gulo me Guloka dînim / Ezê Kurdistanê bigirim û bihejînim.

Ger pirsa Erdewanê min ji min nekin 
ezê heft dewletên ecnebiyan bi xwe bihesînim.
Ezê herim İranê xopana şewitî dikana pêşiyê /
Kefiyekê ji delalê dilê xwe re bikirim û li dor bejna wî bihejînim/
Ezê pê badim wê birînê û te birevinîm daygorî ji hefs û zindana bi sêfîlî û bi derwêşî…

1984 yılında Victor Jara’nın şakaklarında oynanan Rus ruletinin ve Şili Çocuk Korosundaki çocukların öğretmensiz kalışının üzerinden on bir yıl geçmiştir. Kürtler yüzyıllardır başka bir ülkeye gitmek için başka bir ülkenin başkentinden pasaport alırlar. Erdewan Zaxoyî ne pêşmerge saflarında ne de kendi ülkesinde topladığı ezgilerini bir araya getiremez ve Avrupa’ya gitmek için Bağdat’a gitmek zorunda kalır. Zaxo’ya geldiği gün sanatına ve yoluna hep yoldaşlık etmiş olan Eyaz Zaxoyî’nin zehirlenmiş cesedini gömer. Altı gün sonra Bağdat’ta bir otel odasında Kürtlerin Hîtlerê Bexdayê (Bağdat’taki Hitler) dedikleri Saddam’ın kontraları tarafından kaybettirilir. Aynı yıllarda Türkiye’de politikanın bile a-politize olduğu, sanatın ve sözün küçülüp ufalandığı bir dönemde Unkapanı Müzik Çarşısının yolunu arşınlayan ve bir süre Küçük Emrah ile aynı evi paylaşan bir çocuktur Hozan Serhad. Tam o sıralarda Koma Berxwedan büyük devrimci kalkışma için sanatın ateşten tülünü örmeye başlamıştır. 1993 yılında Tatvan’da bir tel daha koparken devrimin tülünden, o tel ‘’Mizgîna Leheng‘’ olup on yıl sonra Hozan Serhad’ın repertuarına Unkapanı’nda değil Zağros Dağlarında dâhil olur. Evdalê Zeynikê’nin torunu, Victor Jara’nın kesik kollarını ve Allende’nin göğsüne saplanan kurşunu Erdewan Zaxoyî’nin Metîna Dağlarında kalan ‘Dayika Min Xwedana Çar Dergûşa’ ezgisine eklemek için Bornova’dan Botan’a yürür…


Victor Jara’nın kolları kesilmeden önce Şili Stadyumunda söylediği "Beş bin kişiyiz / Kim bilir kaç  kişidir / Bütün şehirlerde ve bütün ülkede / Tohum eken ve fabrika işleten / Yalnız burada on bin el" şarkısı Feraşîn Yaylasında Hozan Serhad’ın tamburunun teline takılıp Mehmet Uzun’un “Em pênc kes / Ew pênc hezar kes / Em pênc hezar dil / Ew pênc dil…” şiirine dönüşür. Ve nicedir sanatın devrimci tedrisatında Erdewan’ın peşine düştüğü pasaport, annesinin ona yazdığı şiire, Hozan Serhad’ın hiçbir zaman bulunamayan sırt çantası, Victor Jara’nın çocuk korosu için bestelediği söylenmemiş şarkıya karışıp durmaktadır…


Çöl ve petrol tanrılarının yirmi altı yıl yaşamasına izin verdikleri Eyaz Zaxoyî ve Erdewan Zaxoyî’ye yıllarca her anlamda yoldaşlık yapmış olan Sebah Zaxoyî bir konuşmasında: “Erdewan û Eyaz deng û gewriya xwe kiribûn lûliya tifingê û her awaz û helbest ji bo singê dagirkeran kiribûn gule”[2] diyordu. Zaxo’da zehirlenerek öldürülen yoldaşının mezarının üstünde okuduğu şiir Erdewan’ın okuduğu son şiiri oldu. Saddam’ın kontraları Bağdat’ta Erdewan’ın yaşamını çalarken tam o dönemlerde Unkapanı stüdyolarında İbrahim Tatlıses, Nuri Sesigüzel ve İzzet Altınmeşe, Erdewan’ın çoğunu pêşmerge saflarında bestelediği şarkılarına Türkçe sözler uydurup çalıyor, ‘meyhane-arabesk-müzik endüstrisi’ sofralarında zevke ve beğeniye sunuyorlardı.


Erdewan’ın Victor Jara ile devrim düetine hazırlandığı yıllarda, Süleyman Alpdoğan Patnos’ta gülen beyaz bir çocuk yüzüdür. Süleyman Alpdoğan, Murat Esen rumuzuyla Unkapanı Müzik Çarşısında ‘Gülo’ adlı kasetteki çocuk sesidir. Yıllar sonra ise Gulo, Erdewan’ın acıdan delirmiş annesidir. Hozan Serhad, iki devrimci ozanın izini sürerken ‘Hewlêr’ şarkısında bir tarafında Erdewan’ın yoldaşlarının bulunduğu “birakujîde” yoldaşlarına ağıtlar yakan o saz ve söz ustasıdır. Erdewan şarkılardan bir ülke kurup tekrar ülkesine armağan etmek için yola düşer, Serhad ülkesini bir klibe sığdırmak için Botan yollarına düşer ve her iki ozan daha yoldayken düşer… Yolları, yoldaşlıkları ve düşüşleri o yüzden Victor Jara’nın kendisine benzer… Deleuze’nin dediği gibi, ‘Devrimin en güzel yanlarından biri de birbirini hiç görmemiş insanları akraba yapabilmesidir.’ O yüzden Hozan Serhat, Victor Jara’nın küçük kardeşi, Mizgîn’in dudaklarının ucunda asılı duran son ezgisi, Ali Temel’in kuşatılmış bir mağarada kalan son kurşununa kan-daştır. Soysal Ekinci’nin kalbi, aynı bodrum katında durana dek rutubete ve kedere yatan Mayakovski’nin kalbine yol-daştır. Dünyanın neresinde olursa olsun sesi çarmıha gerilmişlerin sesi o yüzden Sefkan ve Delîla’nın sesine öz-deştir. Kardeşleri birbirinin göğsüne namlular dayarken köhne bir otel odasında korkudan titreyen seslerin tümü o yüzden Erdewan’ın sesine sır-daştır… 




[1]“Düşmanlarımız bizim namlularımızdan daha çok şarkılarımızdan korkuyordu…”


 [2]Erdewan ve Eyaz seslerini ve gırtlaklarını bir tüfek namlusuna dönüştürmüşlerdi; orada söylenmiş her şarkı ve şiir sömürgecinin göğsüne saplanan bir kurşun gibiydi…


2 yorum:

  1. Yazılar muhtşem,okudukça okuyası geliyor.Bizi tüketen şu zaman bunları okumamıza engel olmadan okunmalı
    Saygılar....

    YanıtlaSil
  2. Böyle cümleler kuran birisi kesinlikle yazmayi hic birakmamali. Kaleminiz tükenmesin.

    YanıtlaSil