5 Ağustos 2024

Ada’dan takımadalara... Bir aşk ve direniş öyküsü & Derwêş û Edûlê

 



 

‘Delalê malê bi tena serê xwe li hember hezar û heftsed

siwarê Gêsan û Tirkan, ketiye nav şer û cenga giran e...’

 

Direnen halkların belleğinde her mitik kahramanlık öyküsü, bugün çöle dönüşmüş hakikatin ve donmuş bilincin içinde ucu geçmişe, bugüne ve yarına uzanabilen bir ada işlevi görür. Bu ada/lar, arşiv fetişistlerine, nostaljik bir saplantıyla sürekli ‘şimdi’yi ıskalayıp geçmişe asılı kalanların sinizmine bol miktarda malzeme taşırken direnen özneye bir kuruculuk rolü biçer. Kahramanlığı ve aşkı eski çağlara özgü iki otantik imge olarak kurgulayan batılı dogmacılığa karşı direnenin belleğinde o adanın içinde yaşanan hikâye taptazedir; bugüne doğru bükülerek gelmiş ve kendini şimdiye ait kılmıştır. O ada/ların toplamı bir takımadaya dönüşmüş ve adaların her biri köklerini bu güne doğru uzatıp var olan direnişin ve oluşun içine dâhil olmuşlardır.

 

Aşka, devrime, oluşa ve yola önderlik edenlere önder denilmesinin nedeni zamana ve mekâna müdahale edip şimdiyi yeniden yapılandırmalarından başka ne olabilir ki?

 

Derwêşê Evdî hikayesinde olduğu gibi bu mitik ada/lar direnenlerin belleğinde bir metafor değil bir düşünsel uzam, maddi ve topolojik bir unsurdur. Son yüzyılın düşünceyi kapatan ve düşünceye kendini kapatan karakterine karşı ada imgesinden bir takımada imgesine doğru bir akış, ancak devrimci bir direniş haritasında anlam kazanabilmiştir. Ki Kurdistan’ın direnen kalbi, Derwêşê Evdî ve Edûlê’nin yarattığı adayı çakıştırarak, birleştirerek, toplayarak ve tamamlayarak yüzlerce direniş öyküsünden oluşan bir takımadaya dönüşmüştür bugün. Adada onlarca yıldır tecritlerde tutulan ve köklerini dünyanın bütün direnenlerine doğru uzatmış devrimci dervişlerle uygun adım ve yan yana yürüyen binlerce yoldaş ile birlikte…

 

Derwêşê Evdî için Edûle’nin aşkından deliye dönmüş bir divane, 1700 savaşçıya karşı 12 yoldaşıyla karşı koymuş iflah olmaz bir maceraperest ya da Girê Edşanê’den Şengal’e kadar uzanan o geniş topografyanın Mecnun’u demek bir bütün olarak hikâyeyi asli köklerinden koparmaktır. Oysa Derwêş, Ahura Mazda’nın ve kadim Kürtlüğün amansız direnişçilerinden ve Semitik istilacılığına-asimilasyonuna karşı Şengal dağlarından tek kişilik bir ordu gibi Musul Ovası’na inip Arap Ordularını darmadağın eden Aryenik bir gerilladır. Yenileceğini bile bile W. Benjamin’in deyimiyle geçmiş gelecek ve şimdide savaşan, kurtarıcı olarak değil şimdinin yapılanması için fikriyat inşa eden bir savaşçıdır. Hz. Ali’ye ‘yüz adamla koca orduya karşı ne yapabilirsin? diye sorduklarında ‘sizin gördüğünüz bu yüz kişinin içinde katledilen ve ihanete uğrayan binlerce mazlumdan oluşmuş bir ordu var’ diye cevap verdiği rivayet edilir. Aşka, devrime, oluşa ve yola önderlik edenlere önder denilmesinin nedeni zamana ve mekâna müdahale edip şimdiyi yeniden yapılandırmalarından başka ne olabilir ki?

 

‘Bedeninde açılmış bu amansız yaralar bir halkın binlerce yıllık yaralarıdır. Keşke tam da şimdi beyaz bir atın üstünde Şengal’den o ovaya inebilseydim; seni Musul Ovasından geçirip Kurdistan Dağlarına götürebilseydim. Seni oradaki binlerce Derwêş ve Edûlê’ye tek tek tanıtsaydım. Yine de sakın unutma; ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin bütün zamanlarda tek bir hakikatimiz var olacaktır: Özgür bir Kürtlük!’

 

Derwêş’ten birkaç yüz yıl sonra ise Derwêş’in at koşturduğu Harran Ovasında bir fikriyatın, bir ülkenin ve bir halk gerçekliğinin savaşını yürütecek yüzlerce talebe Derwêş ile omuz omuza işgalcilere ve onların işbirlikçilerine karşı Orta Doğu tarihinin en uzun soluklu savaşını başlatacaklardı. Derwêş ise bütün adanmışlığı ve kahramanlığı ile tereddütsüz bir biçimde aynı savaş meydanına atını sürecek ve dört parçada savaşanlarla omuz omuza cenge girecekti. Bir yurt özlemiyle yola çıkan ve savaşa savaşa zamanın ve mekânın ötesinde kılıç kuşananlara ‘Qey tu Derwêşê Evdî yî?’ diye hitap edecekti sömürgeci sopasından omurgası bükülenler! Birkaç yıl sonra onların her biri birer ölümsüz ölüye dönüşürken ve düştükleri yerde doğan çocuklara ‘Pakrewan’ ismi verilirken bir oluşun, bir akışın ve devrimin ayak sesleri yankılanacaktı Uruk ülkesinden Şengal Dağı’na kadar…

 

Edûlê, İştar’ın Gilgamêş’in zoruyla Enkidu’ya gönderdiği rahibe gibi diplomatik bir hamlenin nesnesi değil, büyük bir aşkın bizzat öznesi ve Derwêş’in bile tahmin edemeyeceği kadar Derwêş’in adanmış bir yoldaşıdır.

 

Derwêş’in girdiği son savaş, Çiyayî (Dağlı) ile Deştî’lerin (Ovalı) Sümerlerden beri süren amansız savaşlarından ne ilki ne de sonuncusudur. Üstelik tarih şimdidir ve şimdinin tarihi henüz yazılmamıştır! Kurdistan direniş tarihinde dağlılaşmış ovalılar hakikati vardır bir de; dağın fikriyatını ovaya indirmiş, ovanın çölünü dağların vahasına çekenlerdir bunlar. Bugün bile süren savaşın bir tarafında göçebe bir savaş makinası gibi her yeri bir direniş alanına çeviren zapt edilemez bir görünmezler ordusu, diğer tarafında ise bastığı her karış toprağı çöle çeviren devletli bir uygarlığın lejyonerler ordusu vardır!

 

Derwêş atının terkisinde Kawa’nın çekicini taşıyan ve bütün zamanlarda savaşan amansız bir süvari ve modern Sptartaküs’lerin yoldaşıdır. Edûlê feodal bir kuşatmanın altında bile kendine ait olanı büyük bir onur ve cesaretle sahiplenen bir aşk militanıdır. Kendine asla mal etmez, kendine saklamaz, sadece kendine ait olanın peşindedir. Edûlê’nin koşulsuz bağlanması ve Derwêş’in kahramanlığı Osmanlı sarayında her türlü komplo ve kurnazlığı hatmetmiş bir feodal bey için inanılmaz bir fırsata dönüşür. Buna rağmen Edûlê, İştar’ın Gilgamêş’in zoruyla Enkidu’ya gönderdiği rahibe gibi diplomatik bir hamlenin nesnesi değil, büyük bir aşkın bizzat öznesi ve Derwêş’in bile tahmin edemeyeceği kadar Derwêş’in adanmış bir yoldaşıdır.

 

Derwêş, ağır yaralarıyla sırtını Girê Edşanê’ye dayadığında bakışları Edûlê’nin geleceği güzergâh olan Qereçdax’a asılı kalmıştı. O bakışlar bugün, Levinas’ın deyimiyle bütün ölülerimizin gözlerimizin içine bakarken gözlerimizin çok üstünde bir yere baktıkları gibi bugüne bakmaktadır.

 

Egemenlerin bitmeyen ayak oyunları bu kez Derwêş’in bir yoldaşını yüzyıllar sonra Roma’da kuşatır. Derwêş’in savaştığı topraklarda yeşermiş bu bilge militan, Derwêş ile Edûlê hikâyesini bir dengbêjden dinlediğinde ağır bir hüzünle Girê Edşanê’nin bir oyuğunda şöyle fısıldar kulağına Derwêş’in: ‘Bedeninde açılmış bu amansız yaralar bir halkın binlerce yıllık yaralarıdır. Keşke tam da şimdi beyaz bir atın üstünde Şengal’den o ovaya inebilseydim; seni Musul Ovasından geçirip Kurdistan Dağlarına götürebilseydim. Seni oradaki binlerce Derwêş ve Edûlê’ye tek tek tanıtsaydım. Yine de sakın unutma; ölüm nereden ve nasıl gelirse gelsin bütün zamanlarda tek bir hakikatimiz var olacaktır: Özgür bir Kürtlük!’

 

Bu fısıldayışın üzerinden on beş yıl geçmeden ada, yeni adalara eklenir, takımadalar yeniden çoğalmaya başlar. Çölden gelen, çöl kadar donuk, kapkara dilleri ve namlularının ucunda fetih, talan ve katliam ayetleri taşıyan ordular, Şengal’de Derwêş’in kavmini yetmiş dördüncü kez kıyımdan geçirirler. Binlerce yıldır o topraklara çoraklıktan ve bereketsizlikten başka bir şey taşımayan kapkara ordulara karşı direnişin savaşı tekerrür eder ve Êzdîxan’ı ölümüne koruyan on iki savaşçı Laleş halkını bu vahşet ordusunun elinden kurtarıp yeniden dağlara çeker. Derwêş ve Geverli Egît’in yolu kesişmiştir bu kez Şengal’de. Hilebazlık ve komploya karşı verilmiş bir sözü kurala bağlama ve yüksek bir erdeme öncülük etmeleriyle ikisi de aynı savaş meydanında birlikte savaşarak bir halkın kolektif belleğinde ölümsüzleşirler. Sevdikleri insanların mezar taşlarına saç örüklerini takan Êzidî kadınlar bu kez astıkları örüğün hemen yanına kıpkızıl yıldızları da nakşetmeye başlamışlardır. O yıldızların her birinde Derwêş ve Edûlê’nin birer yoldaşının gülümseyen sureti ihanete, komploya ve her türlü düşmüşlüğe karşı onurun ve sonsuz bir oluşun yıldızları gibi parıldamaktadır.

 

 

Derwêş, ağır yaralarıyla sırtını Girê Edşanê’ye dayadığında bakışları Edûlê’nin geleceği güzergâh olan Qereçdax’a asılı kalmıştı. O bakışlar bugün, Levinas’ın deyimiyle bütün ölülerimizin gözlerimizin içine bakarken gözlerimizin çok üstünde bir yere baktıkları gibi bugüne bakmaktadır. Çünkü bazı insanların ölümü, ölümün ötesine geçer, toplumsal bir fikriyatın ve kurtuluş olanağının zaferine göz kırpar; bu güne doğru gelir ve bize durmaksızın bir şeyler anlatır… Bizim her birimizin öfkesini ve umudunu bu denli bileyen şeylerin başında her birimizin yüreğinin zihninde yaşayan ölülerimizin son bakışları gelmektedir. Onun içindir ki Derwêş’in son bakışı bu gün Şengal, Miştenûr ve Çiyayê Kurmênç hattında direnişi mayalarken Edûlê’nin Derwêş’in yoluna kilitlenmiş bakışları ise Laleş’te Şêx Adî’nin torunlarına aşktan direnişe, direnişten aşka doğru akan bir nehrin yönünü göstermektedir…

 

 


Çizimler: Ercan Altuntaş