‘Delalê malê bi
tena serê xwe li hember hezar û heftsed
siwarê Gêsan û
Tirkan, ketiye nav şer û cenga giran e...’
Direnen halkların belleğinde her mitik kahramanlık
öyküsü, bugün çöle dönüşmüş hakikatin ve donmuş bilincin içinde ucu geçmişe,
bugüne ve yarına uzanabilen bir ada işlevi görür. Bu ada/lar, arşiv
fetişistlerine, nostaljik bir saplantıyla sürekli ‘şimdi’yi ıskalayıp geçmişe
asılı kalanların sinizmine bol miktarda malzeme taşırken direnen özneye bir
kuruculuk rolü biçer. Kahramanlığı ve aşkı eski çağlara özgü iki otantik
imge olarak kurgulayan batılı dogmacılığa karşı direnenin belleğinde o adanın
içinde yaşanan hikâye taptazedir; bugüne doğru bükülerek gelmiş ve kendini
şimdiye ait kılmıştır. O ada/ların toplamı bir takımadaya dönüşmüş ve adaların
her biri köklerini bu güne doğru uzatıp var olan direnişin ve oluşun içine
dâhil olmuşlardır.
Aşka,
devrime, oluşa ve yola önderlik edenlere önder denilmesinin nedeni zamana ve
mekâna müdahale edip şimdiyi yeniden yapılandırmalarından başka ne olabilir ki?
Derwêşê Evdî
hikayesinde olduğu gibi bu mitik ada/lar direnenlerin belleğinde bir metafor
değil bir düşünsel uzam, maddi ve topolojik bir unsurdur. Son yüzyılın
düşünceyi kapatan ve düşünceye kendini kapatan karakterine karşı ada imgesinden
bir takımada imgesine doğru bir akış, ancak devrimci bir direniş haritasında
anlam kazanabilmiştir. Ki Kurdistan’ın direnen kalbi, Derwêşê Evdî ve Edûlê’nin
yarattığı adayı çakıştırarak, birleştirerek, toplayarak ve tamamlayarak
yüzlerce direniş öyküsünden oluşan bir takımadaya dönüşmüştür bugün. Adada
onlarca yıldır tecritlerde tutulan ve köklerini dünyanın bütün direnenlerine
doğru uzatmış devrimci dervişlerle uygun adım ve yan yana yürüyen binlerce
yoldaş ile birlikte…
Derwêşê Evdî için
Edûle’nin aşkından deliye dönmüş bir divane, 1700 savaşçıya karşı 12 yoldaşıyla
karşı koymuş iflah olmaz bir maceraperest ya da Girê Edşanê’den Şengal’e kadar
uzanan o geniş topografyanın Mecnun’u demek bir bütün olarak hikâyeyi asli köklerinden
koparmaktır. Oysa Derwêş, Ahura Mazda’nın ve kadim Kürtlüğün amansız
direnişçilerinden ve Semitik istilacılığına-asimilasyonuna karşı Şengal
dağlarından tek kişilik bir ordu gibi Musul Ovası’na inip Arap Ordularını
darmadağın eden Aryenik bir gerilladır. Yenileceğini bile bile W. Benjamin’in
deyimiyle geçmiş gelecek ve şimdide savaşan, kurtarıcı olarak değil şimdinin
yapılanması için fikriyat inşa eden bir savaşçıdır. Hz. Ali’ye ‘yüz
adamla koca orduya karşı ne yapabilirsin? diye sorduklarında ‘sizin
gördüğünüz bu yüz kişinin içinde katledilen ve ihanete uğrayan binlerce
mazlumdan oluşmuş bir ordu var’ diye cevap verdiği rivayet edilir.
Aşka, devrime, oluşa ve yola önderlik edenlere önder denilmesinin nedeni zamana
ve mekâna müdahale edip şimdiyi yeniden yapılandırmalarından başka ne olabilir
ki?
‘Bedeninde
açılmış bu amansız yaralar bir halkın binlerce yıllık yaralarıdır. Keşke tam da
şimdi beyaz bir atın üstünde Şengal’den o ovaya inebilseydim; seni Musul
Ovasından geçirip Kurdistan Dağlarına götürebilseydim. Seni oradaki binlerce
Derwêş ve Edûlê’ye tek tek tanıtsaydım. Yine de sakın unutma; ölüm nereden ve
nasıl gelirse gelsin bütün zamanlarda tek bir hakikatimiz var olacaktır: Özgür
bir Kürtlük!’
Derwêş’ten birkaç
yüz yıl sonra ise Derwêş’in at koşturduğu Harran Ovasında bir fikriyatın, bir
ülkenin ve bir halk gerçekliğinin savaşını yürütecek yüzlerce talebe Derwêş ile
omuz omuza işgalcilere ve onların işbirlikçilerine karşı Orta Doğu tarihinin en
uzun soluklu savaşını başlatacaklardı. Derwêş ise bütün adanmışlığı ve
kahramanlığı ile tereddütsüz bir biçimde aynı savaş meydanına atını sürecek ve
dört parçada savaşanlarla omuz omuza cenge girecekti. Bir yurt özlemiyle yola
çıkan ve savaşa savaşa zamanın ve mekânın ötesinde kılıç kuşananlara ‘Qey tu
Derwêşê Evdî yî?’ diye hitap edecekti sömürgeci sopasından omurgası bükülenler!
Birkaç yıl sonra onların her biri birer ölümsüz ölüye dönüşürken ve düştükleri
yerde doğan çocuklara ‘Pakrewan’ ismi verilirken bir oluşun, bir akışın ve
devrimin ayak sesleri yankılanacaktı Uruk ülkesinden Şengal Dağı’na kadar…
Edûlê,
İştar’ın Gilgamêş’in zoruyla Enkidu’ya gönderdiği rahibe gibi diplomatik bir
hamlenin nesnesi değil, büyük bir aşkın bizzat öznesi ve Derwêş’in bile tahmin
edemeyeceği kadar Derwêş’in adanmış bir yoldaşıdır.
Derwêş’in girdiği
son savaş, Çiyayî (Dağlı) ile Deştî’lerin (Ovalı) Sümerlerden beri süren
amansız savaşlarından ne ilki ne de sonuncusudur. Üstelik tarih şimdidir ve
şimdinin tarihi henüz yazılmamıştır! Kurdistan direniş tarihinde dağlılaşmış
ovalılar hakikati vardır bir de; dağın fikriyatını ovaya indirmiş, ovanın
çölünü dağların vahasına çekenlerdir bunlar. Bugün bile süren savaşın bir
tarafında göçebe bir savaş makinası gibi her yeri bir direniş alanına çeviren
zapt edilemez bir görünmezler ordusu, diğer tarafında ise bastığı her karış
toprağı çöle çeviren devletli bir uygarlığın lejyonerler ordusu vardır!
Derwêş atının
terkisinde Kawa’nın çekicini taşıyan ve bütün zamanlarda savaşan amansız bir
süvari ve modern Sptartaküs’lerin yoldaşıdır. Edûlê feodal bir kuşatmanın
altında bile kendine ait olanı büyük bir onur ve cesaretle sahiplenen bir aşk
militanıdır. Kendine asla mal etmez, kendine saklamaz, sadece kendine ait
olanın peşindedir. Edûlê’nin koşulsuz bağlanması ve Derwêş’in kahramanlığı
Osmanlı sarayında her türlü komplo ve kurnazlığı hatmetmiş bir feodal bey için
inanılmaz bir fırsata dönüşür. Buna rağmen Edûlê, İştar’ın Gilgamêş’in zoruyla
Enkidu’ya gönderdiği rahibe gibi diplomatik bir hamlenin nesnesi değil, büyük
bir aşkın bizzat öznesi ve Derwêş’in bile tahmin edemeyeceği kadar Derwêş’in
adanmış bir yoldaşıdır.
Derwêş,
ağır yaralarıyla sırtını Girê Edşanê’ye dayadığında bakışları Edûlê’nin
geleceği güzergâh olan Qereçdax’a asılı kalmıştı. O bakışlar bugün, Levinas’ın
deyimiyle bütün ölülerimizin gözlerimizin içine bakarken gözlerimizin çok
üstünde bir yere baktıkları gibi bugüne bakmaktadır.
Egemenlerin
bitmeyen ayak oyunları bu kez Derwêş’in bir yoldaşını yüzyıllar sonra Roma’da
kuşatır. Derwêş’in savaştığı topraklarda yeşermiş bu bilge militan, Derwêş ile
Edûlê hikâyesini bir dengbêjden dinlediğinde ağır bir hüzünle Girê Edşanê’nin
bir oyuğunda şöyle fısıldar kulağına Derwêş’in: ‘Bedeninde açılmış bu
amansız yaralar bir halkın binlerce yıllık yaralarıdır. Keşke tam da şimdi
beyaz bir atın üstünde Şengal’den o ovaya inebilseydim; seni Musul Ovasından
geçirip Kurdistan Dağlarına götürebilseydim. Seni oradaki binlerce Derwêş ve
Edûlê’ye tek tek tanıtsaydım. Yine de sakın unutma; ölüm nereden ve nasıl
gelirse gelsin bütün zamanlarda tek bir hakikatimiz var olacaktır: Özgür bir
Kürtlük!’
Bu fısıldayışın
üzerinden on beş yıl geçmeden ada, yeni adalara eklenir, takımadalar
yeniden çoğalmaya başlar. Çölden gelen, çöl kadar donuk, kapkara dilleri ve
namlularının ucunda fetih, talan ve katliam ayetleri taşıyan ordular, Şengal’de
Derwêş’in kavmini yetmiş dördüncü kez kıyımdan geçirirler. Binlerce yıldır o
topraklara çoraklıktan ve bereketsizlikten başka bir şey taşımayan kapkara
ordulara karşı direnişin savaşı tekerrür eder ve Êzdîxan’ı ölümüne koruyan on
iki savaşçı Laleş halkını bu vahşet ordusunun elinden kurtarıp yeniden dağlara
çeker. Derwêş ve Geverli Egît’in yolu kesişmiştir bu kez Şengal’de. Hilebazlık
ve komploya karşı verilmiş bir sözü kurala bağlama ve yüksek bir erdeme öncülük
etmeleriyle ikisi de aynı savaş meydanında birlikte savaşarak bir halkın
kolektif belleğinde ölümsüzleşirler. Sevdikleri insanların mezar taşlarına saç
örüklerini takan Êzidî kadınlar bu kez astıkları örüğün hemen yanına kıpkızıl
yıldızları da nakşetmeye başlamışlardır. O yıldızların her birinde Derwêş ve
Edûlê’nin birer yoldaşının gülümseyen sureti ihanete, komploya ve her türlü
düşmüşlüğe karşı onurun ve sonsuz bir oluşun yıldızları gibi parıldamaktadır.
Derwêş, ağır
yaralarıyla sırtını Girê Edşanê’ye dayadığında bakışları Edûlê’nin geleceği
güzergâh olan Qereçdax’a asılı kalmıştı. O bakışlar bugün, Levinas’ın deyimiyle
bütün ölülerimizin gözlerimizin içine bakarken gözlerimizin çok üstünde bir
yere baktıkları gibi bugüne bakmaktadır. Çünkü bazı insanların ölümü, ölümün
ötesine geçer, toplumsal bir fikriyatın ve kurtuluş olanağının zaferine göz
kırpar; bu güne doğru gelir ve bize durmaksızın bir şeyler anlatır… Bizim her
birimizin öfkesini ve umudunu bu denli bileyen şeylerin başında her birimizin
yüreğinin zihninde yaşayan ölülerimizin son bakışları gelmektedir. Onun içindir
ki Derwêş’in son bakışı bu gün Şengal, Miştenûr ve Çiyayê Kurmênç hattında
direnişi mayalarken Edûlê’nin Derwêş’in yoluna kilitlenmiş bakışları ise
Laleş’te Şêx Adî’nin torunlarına aşktan direnişe, direnişten aşka doğru akan
bir nehrin yönünü göstermektedir…
Çizimler: Ercan Altuntaş