7 Haziran 2024

Hafızaların Savaşı Ve Cîlo'nun Ardı

 

Neo-kolonyalist karnavallarda şal û şepiklerini giyip ‘Kela Dimdimê çi xweş kel e’ eşliğinde halaya duran, hafızasızlığın, köksüzlüğün ve omurgasızlığın bütün tuzaklarına gelmiş Kürt’e gerçeğin yanlış temsili olan figüran rolü biçiliyor.

“Devrim, hafızanın unutuşa karşı direnişidir…”

                                                    Milan Kundera 

 

Avcının avına yönelirken hedef aldığı ilk yer, en kırılgan ve en hayati yeri olan nefes borusudur.  Kürtlerin tarihleri boyunca her amansız akında soluğu aldığı dağ da Kürdistan’ın soluk borusu gibidir. Düşmanları, bu direngen kavmin ancak en dağlı yerinden boğazlanarak düşürülebileceğini çok iyi bilir. Fakat avcı şunu da hesaba katmalıdır: O dağlar kolay diş geçirilebilen yumuşak bir gerdan ile karıştırılmamalıdır; o derin vadilerde yığınlar halinde diş kırıkları buna en büyük şahit… Bugün Koçgirî ‘fatihi’ Halil Rıfat Paşa’nın “Gidemediğin yer senin değildir” sözü yeni kolonyalist kuşatmanın hücum borusu gibi Kürdistan’ın erişilmez dağlarının doruklarında ötse de Seydayê Tîrêj’in ‘Meydan e ji bo hirç û çeqel gur zûr e zûr e’ itirazına sürekli takılacaktır.

Anlam, imge, hafıza ve değerlerin savaşında yüzyıllardır değişmeyen bir kuralı Benjamin şöyle özetler: Devrimcilerin görevi sadece geleceği kurmak değil; aynı zamanda geçmişi düşmanının elinden kurtarmaktır. O yüzden derler ki ardı olmayanın derdi çok olur…

Kurulduğu andan itibaren yol, köprü, okul, kışla ve cezaevleriyle Kürt’ü ‘muasır medeniyet’ düzeyine doğru baskılayan devlet, ikinci ittihatçılık dönemiyle birlikte tüm bunlara tanrının gözü gibi her yeri görebilen gözetleme kuleleri, kalekollar ve işgalin kutlandığı grotesk karnavallarını da ekledi. Kürtlerin kolektif hafızasında ‘paşil/paxil’ denilen ve yüzlerce direniş destanının nakış nakış işlendiği o dağlarda valili, kaymakamlı ve kayyumlu sömürge karnavalları eko-kırım eşliğinde tepemize çöküyor. Bu neo-kolonyalist karnavallarda şal û şepiklerini giyip ‘Kela Dimdimê çi xweş kel e’ eşliğinde halaya duran, hafızasızlığın, köksüzlüğün ve omurgasızlığın bütün tuzaklarına gelmiş Kürt’e de gerçeğin yanlış temsili olan figüran rolü biçiliyor. “Sizin yıllardır sarı mekapları bağlayıp gerilla halayına durduğunuz 3 bin 400 rakımlık bu yerde ben harmandalını oynatır, bütün ulu Türklüğümle ve sizden çaldığım ama artık benim olan türkümle makaramı sarı da bağlarım; kızı söyletir gelini de ağlatırım” diyor, küfürlü bir serenat gibi…

Dağı teşhir etmek, onu görünür kılmak, yüzlerce asker eşliğinde helikopterle inip orada çay içmek, “Bakın sorunu çözdüm; hatta o kadar çözdüm ki sorunun ana kaynağına inip çay içiyorum!” demenin bir sonrası “Halk burada deliler gibi eğleniyor” ilanıdır. Kürdistan’da imge ve anlam savaşına mekansal olarak dağlar da eklenmiştir artık.

Fakat meseleyi kayyum uygulamaları bağlamına sıkıştırmak bu yeni kolonyalist kuşatmayı tamamıyla görünmez kılıyor. Neredeyse her Kürt’ün anlam ve duygu dünyasında ‘kelha berxwedanê’ diye imlenen Amed’i bütün tarihsel, kültürel ve politik gerçekliğinden koparıp ‘karpuza ve yoğurda’ indirgeyip tarihin en berbat heykellerini kentin ortasına yerleştirmenin nasıl bir işgale denk geldiğini düşünmemiz gerekiyor. Daha önce kendini kolay kolay göstermeyen bu derin imgeler özellikle 2015 sonrası açıkça meydan okunan pornografik bir sembol işgaline dönüştü.

Geçmişi düşmanın elinden kurtarmak

Bir direniş ülkesini milim milim haritalandırmak, ona abartılı estetik değerler yüklemek ve onu turistik bir mekâna dönüştürmek sömürgeleştirilmiş bireyde şöyle bir patolojiyi sürekli besler: Sizin terör ve şiddetle kodladığınız bu dağların aslında Alp Dağları’ndan bir farkı yok. Sosyal medyada “İsviçre olsa beğenirdiniz ama burası Geliyê Godernê” çırpınışı da bu korkunç kompleksin dışavurumudur. “Bizim de çok güzel bir ülkemiz var; ne biz ne de ülkemiz size anlatıldığı gibi değiliz; buyurun gelin ve görün” davetkârlığı sömürge bireyinin ruhuna enjekte edilmiş sayısız zehirden alır gıdasını…  

Bu kırımın adına sevimlilik efekti yapıştırılarak icat edilen ‘terörden arındırılmış bölgelerde dağ turizmi’ ifadesini ‘müjdeler’ takip ediyor: Müjde Gabar’da petrol bulduk! Bu, siyasi anlamın ticari anlama tahvil edilmesi; anlamın işgale uğramasıdır. Cîlo’dan Nebirnav yaylasına kadar olan alanda “Milyonlarca dolar değeri olan çinko ve bakır yatağı bulduk” diye Hakkâri’ye saadet ve para getirme vaatleri verip, karşılığında bir ülkeyi bütün doğasıyla talan etme yine aynı işgalin başka bir örtülü göstergesidir. 

 Dağı teşhir etmek, onu görünür kılmak, yüzlerce asker eşliğinde helikopterle inip orada çay içmek, “Bakın sorunu çözdüm; hatta o kadar çözdüm ki sorunun ana kaynağına inip çay içiyorum!” demenin bir sonrası “Halk burada deliler gibi eğleniyor” ilanıdır. Kürdistan’da imge ve anlam savaşına mekansal olarak dağlar da eklenmiştir artık. Cîlo’da festivalin düzenlendiği alanın arkasında Meskan Dağları uzanır ve o dağın kalbinde maden ocakları harıl harıl çalışmaktadır! Muktedir dağın bir yüzünde turizm festivalleri düzenleyerek örtüsünü kaldırırken öbür yüzünde içini parçalaya parçalaya madenler çıkarır. Dağların içini çekip alarak yöre esnafına büyük müjdeyi sunar: Yeni gelir kapınız hazır beyler! 

Anlam, imge, hafıza ve değerlerin savaşında yüzyıllardır değişmeyen bir kuralı Benjamin ise şöyle özetler: Devrimcilerin görevi sadece geleceği kurmak değil; aynı zamanda geçmişi düşmanının elinden kurtarmaktır. O yüzden derler ki ardı olmayanın derdi çok olur…