2 Mayıs 2015

Etiği önceleyen politikanın yüzü: Yüz(leşmek)…

Yüzleşme, insanın ''başka'' olanın yüzüyle karşılaştığında aslında kendisiyle de yüzleştiği aralıkta yaşanan etik bir deneyimdir. Hakikatin keşfi olan bu aralıkta fazlasıyla güvendiğimiz etiğimiz yüzümüze haykırır ve bizi suçüstü yakalar! Gazeteyi karıştırırken birden gözümüzün iliştiği, ''Anıları Mücadelemizde Yaşıyor'' diye başlayan bir ilanda çocukluk arkadaşımızın muhtemelen geride kalan ve lisede çektirdiği son kravatlı fotoğrafındaki yüzüyle yüzleştiğimiz an gibi…

Levinas’ın etik deneyimi ''Dul, öksüz ya da yabancı dediğim ve sokakta sorduğu soruya cömertçe cevaplar verdiğim ama içimden de keşke görünmez olsalardı diye geçirdiğim ve o hissizliğin beni ürküttüğü zamanlar'' diye tasvir ettiği anlarda başlar. Bu yönüyle de etik aynı zamanda şok ve yüzleşmenin travmatik bir anlatısıdır.  

İnsanın kendine işkenceler çektirdiği ve dramatik bir suçluluk duygusuyla kıvrandığı anlarda devrimci siyasetin imdadına Kantçı kurucu öznenin inşa ettiği sorumluluk etiğinin yerine Levinas’ın etiği yetişir: ''Bir özne olarak kendimi silikleştirmeden ve egomun sonsuz taleplerini tersyüz ederek o talebi insanlığa karşı bir sorumluluk etiğine dönüştürmeden onarabilmek'' diye tasvir ettiği etik… Levinas’a göre gerçek anlamda etik olan, ''başka''nın içinde eriyerek onun sorumluluğunu üzerine almakla olanaklı olabilir ancak. ''Halka inmek'' teriminin bile devrimcilikten sayıldığı bir ruhsal iklimde ''halkçı tevazu'' politik kibir ve ukalalığı ustaca gizleyen bir maskeye dönüşür; bu maske aynı zamanda soyluca bir ikiyüzlülüğün maskesidir!

Örneğin reel politiğin sürekli cilalayıp fetişleştirdiği demokrasiyi ''hakiki bir demokrasiye'' dönüştürmek, her türlü ayrıcalık ve ''ben özerkim'' talebini bozan siyasal bir etikle mümkündür. Demokrasiye inanmayan bir zalimi bile iktidara getirebilen bu korkunç düzenek, devrimci benliğin kalbinde gerçek bir yarılma yaratır; bu yarılmayı engelleyebilecek tek şey ise mülksüzlüğün beslediği bir vicdandır. Butler’ın da bağıra çağıra dediği gibi ''Her türlü gerçekle yüzleşemiyorsak birbirimizi çözemeyiz ve yüzleşemiyorsak kendi içimizde çözülmüşüz demektir.'' Ayrıca çıplak bir yüzleşme, asla bir kedere dönüşmeyeceği gibi tam tersine bizi birbirimize daha fazla bağlayacaktır. Başkalarının taleplerine karşı açık yürekliliğimizin ve cömertliğimizin kendi içinde nasıl bir devrimci kültürü beslediğini ''egolarımız izin verdiği sürece'' hepimiz de çok iyi biliyoruz.  

Stalin’in somurtkan yüzüne karşı Che’nin ironik gülüşü
Solun Stalin’den devraldığı aşırı ciddiyetin yanında yüceltme, kahramanlaştırma, politikanın sonsuz talepkarlığı ve nefretimizin omuzlarımıza yüklediği o ağır yükün tam karşısında devrimci mizah ve ironi bir olanak olarak devrimin heybesinde öylece beklemektedir. Egonun kendi kendini gülünç duruma düşürdüğü yer olan mizah, narsizm ile melankoli arasında yalpalayan sol ciddiyetimize karşı sürekli bir ''gereksiz savaş'' halindedir. ''Heval çok fazla gülüyorsun'' eleştirisi 90’lardan bu yana bir tortu olarak bize tevarüs etmişken Holloway’ın ironisi bize hala o günlerin ve bugünün özetini sunmaktadır aslında: ''Bütün bu olanlar değişmek zorunda! Nasıl mı? İnanın bende bilmiyorum yoldaşlar…''

''Gülmek, bir ceviz kabuğundaki festivaldir'' der Bataille. Bize sorulmadan bizim için kurgulanmış bir dünyanın sınırlarının ihlal edilmesi, dünyaya ait olmayan sarsılma anları aynı zamanda bu dünyadan bir çıkış yoludur. Her sınır tecrübe, yaşamla kurulan yeni bir ilişkidir. Yağmurda yürümek, aşık olmak, ağız dolusu gülmek ya da Paramaz Kızılbaş’ın bedenini delip geçtikten sonra kendi bedenine saplanan merminin bedeninden çıkarılmasını ret eden Kobanêli bir direnişçinin bir direniş tarihini kendi bedeninde saklama tecrübesi gibi…

Birliğin faşizmi yerine çokluğun devrimciliği
1977 1 Mayısında Atatürk Kültür Merkezinin ön cephesini kapatan ve zamanla devrimci bir figür haline gelen zincirlerini koparmış bıyıklı ve iri yarı proleterden çok daha fazla sayıda işsiz, eşcinsel, göçmen, yoksul ve kimsesiz insan bugün bu ülkenin sokaklarında gezmektedir. Tepeden tırnağa problemli bir alan olan hoşgörünün dibinde tortu gibi saklanan ''horgörü'' ile yüzleşmeden çokluk devrimcileşemez. Hoşgörü gösterdiğimiz bir insanı, bizi rahatsız eden öz gerçekliğinden soyutlayarak kabulleniriz çoğunlukla! O anlarda bilinçaltımız bize iyi bir insan ama eşcinsel, iyi bir insan ama aylak, iyi bir insan ama soytarı diye fısıldar. Oysa etik siyaset, bir yerde başkasının yüzüyle karşılaştığımız an kurucu güçsüzlüğümüzün bize sırıtmasıdır. 

Dünyanın balkonundakiler, çelikten daha sert parti programları ve tüzükleri yerine durmadan değişen, dönüşen, başkalaşan bu dünyaya karşı entelektüel sezginin önemini kavramak zorundadır. (Solun sağdan kaptığı en berbat hastalıklardan olan anti-entelektüelizm durumunu burada paranteze alarak!) Sürekli poz veren özne durumumuz, bütünlüğe ve birliğe çağrı yaparken faşizmin tuzağına düşüşümüz ve devlet yukarıdan sürekli bir şeyler kurarken ben daha yukarısından kurarım acemiliğimiz ortada dururken omuz omuza bir çarpışmanın bile bizi devrime asla götüremeyeceğini zaman durmaksızın kulağımıza fısıldar durur…

Bir babalar silsilesi olan siyaset ve felsefe tarihini erkeğin hükmünden kurtarmak, asli yorgunluğumuzu, sembollerin ve dilin uzayan gölgelerini ve durmadan artan cehaletimizi tersine çevirecek bir dalganın koşullarını yine devrimciler yaratacaktır. Bu işe, devrimi, devrimin asli sahibi olan halka anlatmakla başlanabilir örneğin!

Devrimci külliyata, sürekli yüzleşen, hesaplaşmaktan korkmayan ve etiği önceleyen siyasal bir tavır eklenmedikçe, baştan başa etik olmasına rağmen sürekli etiğe burun kıvıran sol siyasetin ''devrimci ahlakı'' insana işkence etmeye devam edecek ve evrensel bir vicdanla asla buluşamayacaktır. 

Bütün devrimler etik bir infialdir; her etik infial bir isyan halidir! Yüzleşmenin, şokların, durmadan yeniyi doğuran bir yaşamın hiç hesapta olmayan infialidir devrim. Dünyanın bütün ezilenlerinin etik infiali bugün Kobanê sokaklarındadır; Gezi direnişindedir; Meskan ve Lice Dağlarındadır. Arjantin sokaklarındaki sivil itaatsizlerin ''hepiniz defolun'' sloganındaki sadeliktedir. Bu infial, Seattle’deki göstericilerin attığı ''Gerçek demokrasi işte böyle bir şeydir!'' sloganında saklıdır…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder